Otizmli Çocuklara Eğitim Verecek Lise Öğrencileri Amerika’dan Ödül Aldı

amerikadan-izmirli-ogrencilere-odulOtizmli çocukları tehlikelere karşı korumak ve onları modelleme yoluyla eğitmek için gecelerini gündüzlerine katan İzmirli lise öğrencilerinin, Türkiye’de bir ilk olarak tasarladıkları ‘Robotica’ adlı robot, Amerika’dan ödül aldı.

Küçüklüğünden beri annesinin otizm derneği başkanı olması sebebiyle otizmli çocuklara yakın büyüyen İzmir’in TAKEV Lisesi öğrencilerinden Melis Leyal Gürel, arkadaşlarına otizmli çocukların hayatını kolaylaştıracak bir şeyler yapmayı teklif etti. Okul arkadaşları ile birlikte otizmli çocukları tehlikelere karşı korumak için gecelerini gündüzlerine katanöğrenciler, Robotica adlı bir robot tasarladı. 7 ay boyunca yaptıkları çalışmaların karşılığı ise Amerika’dan geldi. Amerika’da düzenlenen FIRST® LEGO® League North American Championship’de 80 takım arasında onur ödülü alan TAKEV’li öğrenciler, Türk bayraklarını ABD’de dalgalandırmanın haklı gururunu yaşadı. İnsan hareketlerini ve komutlarını algılayabilen Robotica, eğitimde bilgisayar komutları ile kişiyle iletişim kuruyor. Robotica adı verilen robotadeta yardımcı öğretmenlik yaparak otizmli çocuklara eğlendirerek öğretiyor. Robota verilen komutları modelleme yoluyla öğrenen otizmli çocuklar, tehlikelere karşı korunmayı öğreniyor.

Türkiye’de sayıları milyonları bulan otistik bireylere yardım sağlayacak ve arkadaşlık yapacak olan robot hayalini kuran ve yaşıtları ile birlikte gerçekleştiren Melis Leyal Gürel, proje ile otistik çocuklarda güvenlik bilincini oluşturmaya çalıştıklarını söyledi.

“TÜRK BAYRAĞININ DALGALANDIĞINI GÖRMEK ONUR VERİCİYDİ”

Projenin Türkiye’de daha önce geliştirilmediğine ve ilk olduğuna dikkat çeken Melis Leyal Gürel, yola çıkma ve ödül getiren hikayelerini şöyle anlattı: “Benim annem otizmli çocuklarla çalışıyor. Ben otizmli çocukların güvenlikle ilgili sıkıntısı olduğunu fark ettiğimde bu sıkıntıyı takımımla paylaşmak istedim. Ve biz bu sorunu çözmek amacıyla da bir robot tasarladık. Robota ‘dur’ komutunu verdiğimizde duruyor. Ve otizmli çocuklarda modelleme yoluyla tehlikelerden korunuyorlar. Yani bu tür güvenlik problemlerinden olabildiğince onları bir robot sayesinde koruyoruz. Bu anlamda kesinlikle geliştirilebilir ve sürdürülebilir. Bu proje için çok emek harcadık. Herkes kendini bu işe adadı. Aynı şekilde projemizi ordaki insanlarla paylaştığımızda gerek jüri üyeleri gerek izleyenler tarafında çok ilgi gördük, çok alkış aldık. Sosyal sorumluluk çerçevesinde yaptığımız bu proje bize aynı zamanda onur ödülü getirdi. Çok takdir gördük ve ülkemizi başarıyla temsil ettik. Orda Türk bayraklarının dalgalandığını görmek çok onur vericiydi bizim için.”

“MODELLEME YOLUYLA ‘DUR’ KOMUTUNU ÖĞRENİYOR”

Projenin çok fazla zaman aldığını ve gecelerini gündüzlerine kattıklarını belirten Gürel şöyle devam etti: “Tabiî ki projenin araştırma geliştirme kısmı, planlama kısmı var. Önce araştırmamızı yaptık, burada ILO İnternational Otizm’in stantlarından yararlandık. Bu şekilde otizmle ilgili bilgi edindik. Yaklaşık 7 ay boyunca gece gündüz gördüğünüz odada çalıştık. Sensörlerimizi ekledik, robotu yaptık. Çocuklara ‘dur’ komutunu öğretiyoruz. Robotumuz gittiği zaman çocuk da robotla birlikte koştuğu zaman robota ve çocuğa öğretilirken ‘dur’ komutunu veriyoruz. Ve çocuk robotu modelleyerek, modelleme yoluyla yavaş yavaş ‘dur’ komutunu almayı öğreniyor. Bu şekilde işliyor sistem. Ve siz trafiğe çıktığınızda, süper markete gittiğinizde veya evdeyken bile biliyorsunuz çok çeşitli kazalar olabilir. Ev kazalarını her zaman duyuyoruz. Bir sıkıntı olduğunda ‘dur’ komutunu çocuğa verdiğinizde otizmli çocuk duruyor.”

Projeyi geliştirmek istediklerini de aktaran Gürel, robotun güvenlik alan komutlarının genişletilebileceğine dikkat çekti.

“RAKİP TAKIMIN AMBLEMİNİ YAPARAK JÜRİYİ ŞAŞIRTTILAR”

Amerika’da yarışma sırasında ülke farklılığından dolayı güncelleme kuralları ile ilgili sorun yaşadıklarını ancak buna rağmen ödül aldıklarını belirten öğrencilerden Deniz Türksen ise kendilerine verilen yarışma konusu kapsamında rakip Türk takımının amblemini yapmaları üzerine herkesin şaşırdığını ifade etti.

Takım olarak rakip bir Türk takımın amblemini yaparak dikkat çektiklerini belirten Türksen, ülke olarak bağlılıklarını gösterdiklerini söyledi.

Yarışma kapsamında takım ruhu ve birliğe de bakıldığını anlatan Türksen şunları söyledi: “Ödülü getiren en büyük etkenlerden biri takım ruhuydu. Ayrıca bu, değerlendirme kısmında bu ödülü almamızı sağlayan çok önemli bir şey oldu. Türkiye’de güncellenen kurallarla Amerika’daki kurallar farklıydı. Bizim bu yüzden 4 saatte bir parçayı yeniden yapmamız gerekti. Azmimizden dolayı da bu ödülü aldığımızı düşünüyorum. Özellikle takımın birbirini tamamlaması çok önemli bir şey çünkü herkes bir takım kusurlara sahiptir ve biz birbirimizin kusurlarını kapatıyoruz. Takım ruhu ve birliği anlamak için bize bazı lego parçalarından oluşan bir kutu verdiler. Ve içinde olduğumuz turnuvayı anlatmamız için bir sembol yapmamızı istediler. Bizimle birlikte Amerika’ya gelen diğer Türk takımının amblemini yaptık. Bir parça istediğimizde veya manevi desteğe ihtiyacımız olduğunda her zaman ordaydılar. Bu yüzden bizim kültürlerimize ve ülke olarak birbirlerimize ne kadar bağlı olduğumuzu anlamış oldular. 80 tane takım bulunmaktaydı. 4’ü yabancı ülkelerden diğerleri ise Amerika’nın çeşitli eyaletlerinden gelmişlerdi. Bu kadar takım arasından başarı yakalamak, özellikle takımımız adına onur ödülü almak bizi Türkiye olarak çok onurlandırdı. ”

TAKEV’de okumalarının da ayrı bir önemi olduğunu dile getiren Deniz Türksen, öğretmenlerinin kendilerine gerekli ekipmanları ve bir oda temin ettiklerini ve her türlü desteği verdiklerine dikkat çekti.

“TEHLİKEYİ ANLAMA DUYUSU GELİŞİYOR”

Proje ekibinden Arda Aybertürk de robotun teknik konuları hakkında bilgi verdi. Robotica’nın iki bölümden oluştuğunu belirten Aybertürk, “Robotumuz dört motordan oluşuyor. İki hareket motoru iki tane de görev motoru var. İki ışık, bir ses sensörü bir de touch sensörü var. Bilgisayardan program yazıyoruz, bunu robota yüklüyoruz. Masada iki buçuk dakika içinde robotu başlatıyoruz ve görevlerini yapıp ger geliyor. Bu seneki görevler kaleye gol atma, halkaları alma, bir kutudan bir ampulü çıkarma gibi görevler vardı. Projemizde otistik çocukların güvenliğini sağlamak için bir ses sensörü yerleştirdik, bu sensör de bir alkışla ya da sadece ‘dur’ diyerek robotu durduruyor. Böylece otistikçocukların tehlikeleri anlama duyularını geliştirmeye çalışıyoruz” diye konuştu.

Kaynak: Beyaz Gazete

İlerleryen Yaşlarda Çocuk Sahibi Olanların, Çocuklarında Otizm Daha Sık Görülmekte

autism-autismo-otizmUzmanların araştırmalarına göre, ilerleryen yaşlarda çocuk sahibi olanların, çocuklarında otizm daha sık görülmekte. Anne ve babanın yaşlarının doğacak çocuklarda otizm hastalığına yakalanmasında önemli faktör.

Otizm çok faktörlü bir hastalıktır. Otizmin gelişimi genler ve çevreye bağlıdır. Hastalık riskini yaş da etkiliyor. Aile planlayan yaşı dikkate alması gerekir.

Ikan tıp okulunun (New York, ABD) uzmanları anne yaşının otizm riskine etkisini netleştirmek için Danimarka, İsrail, Norveç, İsveç ve Batı Avustralya’dan olan 5.766.794 çocuğun verilerini analiz ettiler.

30 bin çocukta otizm bulundu. Bu hastalık daha çok yaşlı ebeveynlerin bebeklerinde gözlenmiştir.

Yaşı 50’den fazla olan babanın çocuğu otizm riski 20-30 yaşlı babaların çocukları ile karşılaştırıldığında yüzde 66 oranında fazladır. Yaşı 40’dan yukarı 18 den düşük olan annelerin otizmli çocuklar dünyaya getirmek olasılığı orta göstergelerden 15-18 oranında daha yüksektir.

Ebeveynler arasında yaş farkı da otizm riskini arttıran nedenlerdendir. Otizm riski ister baba 35-44 yaşında, eşi ise 10 yaş küçük olduğunda, gerekse anne 30-40 yaşında, baba ise 10 yaş küçük olduğunda artar.

Kaynak: Yeni Manşet

Çocukların Doğal Yaşamdan Kopması Otizmi Arttırdı

osman-abaliProf. Dr. Osman ABALI’dan Çocukların Doğal Yaşamdan Kopması Otizmi Arttırdı başlıklı köşe yazısı Meydan Gazetesi’nde yayınlandı.

İşte O Köşe Yazısı:

Asistanlık yıllarımda otizm hastalığı olan çocukları ilk muayene ettiğimde otizm için “Sırlı bir hastalık” demiştim. Konuşmayan, çevresiyle ilgilenmeyen, kendi halinde olmaya çalışan bu çocuklar, sanki farklı bir boyutu algılayabiliyordu. O günden bu yana gördüğüm binlerce çocuğun bizlere öğrettiği çok şey oldu. Tedavi konusunda bazı ilerlemeler görüldü. Ancak birçok hastalığın çözümü konusunda ciddi mesafeler alınmışken otizm gibi bazı hastalıkların çözümü konusunda çok net bir tedavi bulunamadı.
Buna bağlı olarak otistik çocukların aileleri, ciddi arayışlarla alternatif tedavilere yöneliyor. Bu tedaviler ailelere maddi-manevi kayıplar yaşatırken çocuklar, maalesef ciddi zaman kaybı yaşıyor.

45 çocuktan biri otistik
Otizm ve tedavisini farklı bir yazı konusu yapmamız daha iyi olur. Ancak herkesin sorduğu “Otizm sıklığı artıyor mu?” sorusunun cevabını vermemiz aileler için öğretici olacaktır. Bundan yirmi yıl önce 600 çocukta 1 görüldüğü ifade edilen bu bozukluğun artık 80 çocukta bir görüldüğü çalışmalarla tespit edilmiştir. Otizm ve buna bağlı spektrumda bulunan hastalıkların tamamını hesaba kattığımızda böyle bir sıklık görebiliyoruz. Bazı çalışmalarda bu oran 45’te bire kadar artmaktadır. Sonuçta son yıllardaki çalışmalar bu hastalığa daha sık yakalandığını gösteriyor. Burada önemli bir soru da şu: Acaba tanınması mı artıyor yoksa hastalık mı artıyor? Bence her ikisi de artıyor. Hem hastalık daha iyi tanınıyor hem de otizm sıklığı giderek artıyor.

Otizm neden artıyor?
Otizm sıklığı her geçen gün artıyor. Doğal olmayan hayat, teknoloji ve şehirleşme konularına vurgu yapmak gerekir. Otizm tanısı alan çocukların uygun olmayan teknoloji kullanımları, doğal olmayan beslenme tarzları, kapalı ve doğadan uzak çevrede yetişmeleri, stres altında bulunmaları gibi birtakım unsurları görüyoruz.
Bu durumda önlem alınması gereken tedbirler de karşımıza çıkıyor. İnsanoğlu ne kadar doğal ve fıtri bir ortamda bulunursa kendisine o kadar iyilik yapmış oluyor. Doğallıktan uzaklaşmak bizlerde farklı riskleri beraberinde getiriyor.

Ne yapmalı?
Çocuk yetiştirmedeki temel unsurları ele aldığımız zaman aslında otizm gibi problemler içinde çözüm üretmiş oluyoruz. Tabiatla iç içe çocukların oyun oynaması, yeşil, kum, su, ağaç, çim gibi unsurlarla karşılaşması, temiz hava ve bol oksijenle gelişimin desteklenmesi, doğal gıdaların ağırlıklı olarak beslenme düzeninde bulunması, yeterince hareket yeterince uykunun olması, katkı maddelerinden, petrol ürünlerinden çocukların uzak tutulması; diğer çocuklarla birlikte oyun ve aktivitelere katılmaları çocuklar için çok önemli ve gereklidir. Ayrıca anne-baba ile huzurlu zaman geçirmeleri yararlı olacaktır. Otizm tanısı konan çocuklara ek olarak tıbbi tedavi ve özel eğitimin de gerekli olduğunu vurgulamak gerekir. Tıbbi desteğin olması onların daha kaliteli bir yaşam süreci ve eğitim imkânlarına ulaşmalarına yardımcı olacaktır. TÜBİTAK ile ortaklaşa gerçekleştirdiğim bir proje var. Bu projede www.erkenrisk.org web sitesindeki değerlendirmeyle 0-4 yaş arası çocukların risk alanları belirlenmekte. İsteyen aileler bu konuda ilgili web sitesini inceleyebilirler. Hepinize mutlu ve huzurlu hafta sonları diliyorum.

Otizme yol açan aşı için açtığı davayı kazandı

aşıİtalya’da bir anne, 9 yaşındaki çocuğunun, bebekliğinde yapılan kızamık aşısı nedeniyle otizme yakalandığını öne sürerek İtalya Sağlık Bakanlığı aleyhine açtığı davayı kazandı. Mahkeme, aileye 140 bin euro ödenmesine hükmetti. İtalyan hükümetinin de dava nedeniyle 800 bin euro ceza ödemesi gündemde.

Rimini kentinde yaşayan anne Antonella Bocca, oğlu Valentino’yu dokuz aylıkken rutin aşıları için mahalledeki sağlık ocağına götürdüğünü anlattı.

Bocca, “Kolunda bir ağrı ile başlayan süreç, onun otistik bir çocuk olmasıyla sonuçlandı. Çok büyük acılar yaşadık” dedi.

Dikkatini toplayamayan her çocuk, Dikkat Eksiklği ve Hiperaktivite Bozukluğu tanısı almaz.

dikkat-eksikligi-ve-hiperaktivite-bozuklugu-dehbKarnesinde zayıf notu çok olan çocuklara sıkça yapıştırılan bir etiket “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu”.

Bu konuda Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Dr. Emel Bellibaş,“Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu(DEHB)nöro-psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Doğru tanımlamasını bilmeden çocukları değerlendirmek son derece yanlıştır” diyor ve çocuğa doğru tanı koyulmadan bu tip etiketlemelerin yapılmaması gerektiğini belirtiyor.

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), nöro-psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Toplumda % 3-5 oranında görülmektedir. Dikkatini toplayamayan her çocuk, DEHB tanısı almaz. Rahatsızlık tanısı için bazı kriterler belirlenmiştir.

Dikkatsizlik için:

a) Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez, okul veya iş yerinde, ya da diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapar. (Okuma ya da yazma sırasında harf hataları, sınavlarda yanlış seçenekleri işaretleme, iş yerinde verilen bir görevi eksik, yineleyen hatalarla yerine getirme, savsaklama, bir an önce bitirmek için özensiz davranma, gibi)
b) Üzerine aldığı görevlerde ya da rol aldığı etkinliklerde dikkati dağılır, etkinliği sürdüremez.
c) Doğrudan kendisine konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi görünür.
d) Çoğu zaman yönergeleri izlemez ve okul ödevlerini, ufak tefek işleri tamamlayamaz.
e) Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker.(Etkinlikleri sıralayamaz, sıklıkla organize olama, zamanı doğru kullanmaz)
f)Çoğu zaman sürekli zihinsel çabayı gerektiren görevlerden kaçınır, isteksizdir.(Ders boyunca dikkatini sürdüremediği için sıkılır, bazı çocuklarda ayağa kalkıp dolaşma görülebilir)
g)Genelde eşyalarını kaybeder (kalem, Kitap, diğer ders araçları)
h) Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır.
i)Günlük etkinliklerinde sıklıkla unutkandır.

Hiperaktivite ve İmpulsivite (Dürtüsellik) için:

a)Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
b)Çoğu zaman sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar.
c)Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır.
d)Çoğu zaman, sakin bir biçimde, boş zamanları geçirme etkinliklere katılma ya da Oyun oynama zorluğu vardır.
e) Çoğu zaman hareket halindedir ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır.(Riskli davranışlarda bulunmaktan çekinmez, yüksek yerlerden atlar, genelde bu çocukların vücutlarında çok sayıda düşme izi, yaralanma sekelleri bulunur)
f)  Çok konuşur.(Konuşmaya başlarken ne söyleyeceğini unutup başak bir konuya atlar, kafası karıştıkça esas konuda uzaklaşır)
g) Kendisine sorulan soru tamamlanmadan hemen cevabını yapıştırır.(Sıklıkla sorulanlara uygunsuz yanıtlar verirler, konuyu bildikleri halde bilmiyormuş ya da algılayamıyormuş gibi bir izlenim bırakırlar)
h)Çoğu zaman sırasını bekleme güçlüğü vardır.(Telaşlı, sabırsız, bazen nezaketsiz tavırları bu yüzdendir)
i) Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarına karışır.

Çocuğun bu bulguları göstermesine neden olabilecek başka bir durumun bulunmaması gerekir.

DEHB tanısının konulabilmesi için çocukta bu tanı ölçütlerinden çoğunun bulunduğu saptanmalıdır. Ayrıca belirtilerin 7 yaşından önce başlaması, hem okulda hem evde görülmesi gereklidir.Çocuğun bu bulguları göstermesine neden olabilecek başka bir rahatsızlığının bulunmaması gerekir. Yakın zamanda kardeş doğumu olmuş ya da anne-baba ayrılığı yaşamış bir çocuk, yukarıda sayılan belirtilerin tümünü gösterse de DEHB tanısı koyulmadan önce uygun süreçte izlenmelidir.

Bazı çocuklar diğerlerinden daha hareketli olduğu için yanlış olarak, “hiperaktif” diyetanımlanmakta
Son zamanlarda dikkat sorunu yaşayan çocuklarda artış olduğu söylenebilir. Bunun nedeni sıklıkla televizyon, internet, çeşitli tabletlerin ve oyun konsollarının sık ve uzun sürelerle kullanımı gibi görünmektedir. Çocuk çok küçük yaşta bu oyuncaklarla (!) tanışıyor ve zevk aldığı, zaman kavramını yitirdiği aktiviteler nedeniyle derse ya da aktif dikkat kullanacağı, zor görevlere zaman ayıramıyor.

Bazı çocuklar da diğerlerinden daha hareketli olduğu için yanlış olarak, “hiperaktif” diye tanımlanıyor. Oysa çocuğun tükettiği şekerleme, kakao, yapay gıda boyaları, hazır gıdalar düşünüldüğünde sadece bunların bile hareket miktarını artırıp doğru düşünmeyi engellediği bilinen ve çocuk hastalıkları uzmanı hekimler tarafından sıklıkla dile getirilen bir gerçek. DEHB bu durumdan farklı birnöropsikiyatrikrahatsızlıktır ve toplumda tahmin edildiği kadar yaygın görülmemektedir.

Kaynak: Milliyet

Genetik Bir Farklılık : Down Sendromu

down-sendromu2Genetik bir farklılıkla dünyaya gelen down sendromlu çocukların en önemli ihtiyacı, sosyal destek. Ailelerin çocuklarından utanmamasını tavsiye eden uzmanlar, down sendromlu çocukların yaşıtlarıyla birlikte kreş, spor ve etkinliklere götürülmesini öneriyor.

Down sendromu, genetik düzensizlik sonucu insanın 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması sonucu ortaya çıkan genetik hastalık. Doğan her 800 bebekten birinde down sendromu görülüyor. Her yıl Türkiye’de 1.500 down sendromlu bebek dünyaya geliyor. Türkiye’de 100 bin civarında down sendromlunun yaşadığı tahmin ediliyor.

Uzman Dr. Ceyhun Caferov, down sendromlu çocuklarla ilgili şu bilgileri veriyor: “Fiziksel özellikler çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak baş parmağının diğer parmaklardan daha açık olması. Çoğunlukla hafif veya orta seviyeli öğrenme güçlüğü gibi sorunlar taşıyorlar. Gelişimleri genellikle geri. Geç yürüme ve konuşma bozuklukları sıklıkla olur.” Sosyal desteğin bütün çocukların yanı sıra özellikle zihinsel problemleri olan çocuklar için çok daha önemli olduğunu kaydeden Caferov, şunları öneriyor: “Bu çocukların sosyal yaşantıları küçük yaşlarda başlamalı. Ebeveynler çocuklarından utanmamalı ve onların toplumun bir ferdi olduğunu unutmamalı. Sosyal yaşantılarını desteklemek için yaşıtlarıyla beraber kreşe, anaokuluna, spor ve diğer etkinliklere gönderilmeli. Ayrıca diğer down sendromlu çocuklarla birlikte etkileşim halinde olmaları onların dünyada yalnız olmadıkları kendilerine benzeyen başka birilerinin de olduğunu fark etmelerine yol açar. Bu durum genellikle olumlu sonuçlar verir.”

Zihinsel ve gelişim geriliklerinden dolayı down sendromlu çocukların daha çok ebeveyn desteği ve bakımına ihtiyaç duyduklarını kaydeden Caferov, “Çoğunlukla hayat boyu aile desteği yaşamlarını sürdürürler. Kronik bir durum olduğundan dolayı ailelerin bu durumu kabullenmesi zordur. Ama erken eğitsel ve fizik tedavi desteği gelişim geriliğinin giderilmesi açısından önemlidir.” diyor.

AİLELER PSİKOSOSYAL DESTEK ALMALI

Diğer çocuklara göre daha çok ilgi ve bakım istedikleri için down sendromlu çocuğu olan ailelerin daha çok yıprandığını kaydeden uzman, “Bu sebeple bu ailelerin psikososyal destek almaları hem çocuk hem de ebeveynin ruh sağlığı açısından önemlidir.” şeklinde konuşuyor. Down sendromlu çocuklarda kardeş unsurunun da genellikle faydalı olduğunu aktaran uzman, “Kardeş çocuklar için model teşkil etmekte ve zihinsel, dil ve sosyal gelişimlerinin daha iyi olmalarını sağlamaktadır. Ayrıca ileri yaşlarda down sendromlu çocukların bakımında kardeşlerin sağlayacağı yardım ebeveynler için kolaylaştırıcı ve motive edici olmaktadır.” ifadelerini kullanıyor.

Uzman Dr. Ceyhun Caferov

Okul Öncesi Çocuklarda Teknoloji Kullanımına Dikkat Edilmeli

bilgisayar_cocukOkul öncesi dönemde teknoloji kullanımı giderek artış göstermektedir. Çağımızda tabletler, telefonlar ve bilgisayarlar giderek yaygınlaşmaktadır. Bu yaygınlaşmanın etkisiyle birlikte çocukların oyun anlayışlarında farklılıklar yaşanmaktadır. 0-6 yaş dönemindeki çocuklar gerçek oyunları bırakıp sanal oyunlara yönelmeye başlamışlardır. Anne babaların sorun olarak görmediği veya görmek istemediği noktalardan birisi olan sanal oyunlar çocukların gelişimlerini bir nebze desteklese de olumsuz yönleri oldukça fazladır. Okul öncesi dönem çocuğunun somut işlemler döneminde olmasından dolayı gerçeklik ve kurguyu ayırt edemez. Oynadığı oyunların, izlediği çizgi filmlerin gerçek olduğunu düşünebilirler. Bu nedenle çocukların gelişimlerinin önemli olduğu bu çağda en çok dikkat edilmesi gereken konulardan birisi de onların gerçek oyunlar oynamasıdır. Anne babaların bu çağda teknoloji kullanımına yönelik bazı kısıtlamalar getirmesi gerekmektedir. Bu kısıtlamalardan söz edecek olursak;

  • Çocuğunuza bilgisayar, telefon veya tablette oyun oynamak istediğinde sert bir tepki vermeyin. Oyun oynamasına izin verin.
  • Çocuğunuzun hangi tür oyunlar oynaması gerektiğine birlikte karar vererek onun gelişimini destekleyecek, eğitecek aynı zamanda eğlendirecek oyunlar seçmeye çalışın.
  • Çocuğunuz sürekli bilgisayar başında veya telefondan oyun oynamak istiyor ise onun ilgisini başka yönlere çekmeye çalışarak bu durumdan uzaklaştırın.
  • Gerçek oyunların sanal oyunlardan daha zevkli olduğunu ve bilgisayarın, telefonun çok fazla kullanıldığında sağlığına zarar verebileceğini ona anlatın.
  • Her gün belirli saatler arasında tablet, telefon veya bilgisayarda oyun oynamasına izin vermelisiniz. Bu saatleri birlikte belirleyip hangi oyunlar oynayacağı konusunda anlaşma yapmalısınız.
  • Tablet, telefon ve bilgisayarınızda çocuklarınızın kurcalamaması gerektiğini düşündüğünüz uygulamalara kilit koymalı, gerektiğinde çocuğunuzun ne yaptığını kontrol etmelisiniz.
  • Elektronik cihazlardan yayılan radyoaktif ışınlar tüm insanlara zarar verse de bu dönem çocuklarının zihinsel gelişimine çok fazla zarar vermektedir. Çocukları adeta robota dönüştüren ve onların zekasının daha yavaş gelişmesine sebep olan bu tür cihazları olabildiğince uzak tutmak gerekmektedir.

Bu kısıtlamaları çocuğunuz üzerinde uyguladığınızda çocuğunuzdan aşırı tepkiler almayıp onunla birlikte daha güzel vakit geçirebileceksiniz. Anne babaların en büyük yanlışı ise çocuklarının bilgisayar, tablet ve telefon karşısında durduğunda hiç ses çıkarmamaları böylece ev ortamının daha huzurlu olduğunu sanmalarıdır. Aksine bu yaş dönemindeki çocuklar hiç ses çıkarmadan hiç hareket etmeden duramazlar. Gelişimlerine aykırı olan bu durumu çocukların öylece yaşamasına izin vermek ailelerin düştüğü en büyük yanlışlardan birisidir. 0-6 yaş dönemindeki çocukların diğer insanlara göre oldukça fazla bir enerjisi vardır ve bu enerjiyi bir şekilde boşaltmaları gerekmektedir. Bunun en iyi yanlarından birisi ise oyun oynamaktır. Sanal ve gerçek oyun arasındaki farkı gerçekliği tam olarak algılayamayan çocuk sanal oyundaki çok fazla ışıltılı, parıltılı oyunları gördükten sonra ilgisi o yönde artmaya devam edecektir. Çocuğunuz ile ilgilenerek onun bu ilgisini gerçek oyunlara, doğaya, resim yapmaya, müziğe çekmeye çalışmak en doğru seçimlerden birisi olacaktır.

Kaynak: Teknoce

Çocuğunuzun karnesi kötü ise dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü gibi durumlar olabilir

dikkat-eksikligiBakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniği Eğitim ve İdari Sorumlusu Doç. Dr. Gül Karaçetin, anne-babaların karnedeki notlara değil çocuğun dönem boyunca gösterdiği çabaya odaklanmaları gerektiğine dikkat çekti.

Karnenin aslında bir sonuç olduğunu, karnedeki notların her zaman çocuğun çabasını ve kapasitesini yansıtmadığını ifade eden Doç. Dr. Gül Karaçetin karneler alındığında anne-babalara nasıl davranmaları gerektiğine dair şu bilgileri verdi:

karneye-degil-okul-donemi-suresince-olan-cabalara-bakilmali“Karne geldikten sonra, notlara değil çocuğun süreç içindeki çabasına vurgu yaparak başarısı övülmeli, olumlu cümleler kurulmalı. Böylelikle çocuk gösterdiği çabanın anne-babası tarafından fark edildiğini anlar. Ayrıca karneyle ilgili yapılan görüşme ayaküstü olmamalı, anne ve baba çocuğuna özel bir zaman ayırarak bir araya gelmelidir.Notlar olumsuzsa eleştiri ya da ceza yerine neler yaşandığı konuşulmalı. “Ben” dili kullanarak neden bu şekilde olduğu konusunda çocuğun fikri mutlaka sorulmalı. Örneğin “Ben bu karneyi görünce merak ettim sence neden böyle olmuş olabilir?” şeklinde sorulabilir. Sorular çocuğu anlamaya ve çözüm üretmeye yönelik olmalı. Çocuğun algısı, bu konudaki fikirleri öğrenildikten sonra mutlaka öğretmeniyle de konuşup neden olabilecek şeyler sorulmalı. Dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü gibi durumlar olabilir. Bunlara dair hiç şüphe yok, çocuğun yeterli çaba göstermemesine bağlı not düşüklüğü varsa, çocuğun bunlardan ders çıkarması ve duygularını ifade etmesi için çocuğa fırsat verilmeli”.

Eleştirilerin kişiliğe yönelik değil davranışa yönelik olması gerektiğini belirten Karaçetin, “Notların kötü olması durumunda yapılan sık yanlışlardan biri çocukların kişiliklerine yönelik ağır eleştirilerin yapılmasıdır, örneğin: “Tembelsin, aptalsın, anlamıyorsun, sana harcadığımız parayı hak etmiyorsun” gibi ağır eleştiriler çocuğun kendisini yetersiz ve mutsuz hissetmesine yol açabilir, hem ruhsal sağlığını hem de ebeveynle olan ilişkisini olumsuz yönde etkileyebilir. Eleştiri yaparken yapılan yanlışlardan biri de çocuğun notları daha iyi olan bir kardeşi, arkadaşı ya da akrabasıyla karşılaştırılmasıdır. Ebeveynler zaman zaman derse motive edeceklerini düşünerek kendi çocukluk dönemleriyle karşılaştırma yapabilirler: “Ben senin yaşındayken…”, “Komşunun çocuğunun notları senden daha iyi…” şeklinde başlayan cümleler de çocuğun kendine olan güvenini olumsuz etkiler, kendine güvenmeyen ve kendini mutlu hissetmeyen bir çocuktan ders çalışmasını ve başarılı olmasını beklemek gerçekçi bir beklenti değildir. Eleştiri yaparken çocuğun kişiliğine yönelik eleştirilerden kaçınılmalı, çocuğun davranışına yönelik eleştiriler yapılmalı ve eleştiri yaparken “ben” dili kullanılmalıdır, örneğin: “derslerinde başarılı olmak için yeterince çaba göstermediğini düşünüyorum, bu konuda ne yapabiliriz sence?” gibi sorularla çocuğun da çözüme katkıda bulunması sağlanabilir. Aslında yolunda gitmeyen bir şeyler varsa süreç sırasında fark etmek önemli. Bu durumda Çocuk Psikiyatrisi’ne başvurulması uygun olacaktır. Çocuğun çalışması her şeyden önce kendi sorumluluğudur. Maddi anlamda çok değerli hediyeler çok anlamlı değil. Bunun yerine manevi hediyeler vermek daha uygun. Örneğin çocukla birlikte özel bir zaman geçirmek, birlikte onun gitmek istediği bir yere gitmek gibi. Çocuklarda davranışlar, öğrenme yoluyla, olumlu sonuçla karşılanırsa pekişerek yerleşiyor. Notları kötü olduğu için çocuk cezalandırılmamalıdır. Ders başarısızlığı nedeniyle cezalandırılan, bağırılan, anne ya da babası tarafından dışlanan çocuklarda ders çalışma ve yeni şeyler öğrenme motivasyonu azalabilir, kendilerini mutsuz ve değersiz hissedebilirler” dedi.

Ders başarısızlığına bazı psikiyatrik bozuklukların da neden olabileceğini belirten Karaçetin, “Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu bunlardan biridir. Dikkat yaşla olgunlaşan bir beyin işlevidir. Çocukların öğrenmeleri için dikkat çok önemlidir. Dikkat eksikliği çocuğun yaşına ve gelişim düzeyine uygun olarak dikkatini verememesi, dikkat süresinin kısalığı, dikkatin dış uyaranlarla kolayca dağılabilmesidir. Verilen ödevlerin bitirilememesi, unutkanlık, eşyalarını kaybetme, dikkat gerektiren işleri erteleme gibi belirtileri olabilir. Dikkat eksikliği tek başına görülebildiği gibi, aşırı hareketlilik, oturması gerekirken yerde oturamama, motor takılmış gibi sürekli amaçsızca hareket etme gibi hiperaktivite belirtileriyle birlikte de olabilir. Bazen sırasını bekleyememe, söz kesme, düşünmeden hareket etme gibi dürtüsellik belirtileri de görülebilir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu; dikkat eksikliği ve hiperaktivite belirtilerinin bir arada görüldüğü durumdur. Bazen, özellikle kızlarda, hiperaktivite belirtileri olmadan sadece dikkat eksikliği belirtileri olabilir. Dikkat eksikliği varsa anne-babalar mutlaka vakit kaybetmeden çocuk psikiyatrisine başvurmalı, çünkü dikkat öğrenme için çok önemli bir işlevdir. Dikkati yeterli olmayan çocuk ne kadar zeki olursa olsun ders başında yeterince oturamaz; bu durumda çocuğun suçlanması, yaramaz şeklinde damgalanması, sıklıkla mutsuzluk, keyifsizlik ve kendine güven azlığına ve depresyona yol açabilir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu çocukluk çağında %5-10 oranında görülen, sık rastlanan bir bozukluktur ve tedaviye çok iyi yanıt verir. Fakat tedavi edilmediğinde okul başarısında düşüklük, eğitim hayatına devam edememe, depresyon, kaygı bozukluğu ve psikoaktif madde kullanım bozukluğu gibi olumsuz sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle erken tanı ve tedavisi büyük önem taşımaktadır. İkinci bir neden öğrenme bozukluğudur: ders başarısında düşüklük ve öğrenmede zorlukla kendini belli eder. Çocuklar kendi zeka düzeylerine uyumlu bir öğrenme işlevi gösteremezler. Bu durum genellikle okuma yazmayı öğrenmede zorluk, harf atlama, harf karıştırma, sağ-sol karıştırma gibi belirtilerle ortaya çıkar. Öğrenme bozukluğu olan çocuklar erken tanı ile uygun eğitimsel müdahaleler başlandığında öğrenme işlevleri açısından yaşıtlarına benzer bir performans gösterebilirler. Bu yüzden bu belirtilerin varlığında da mutlaka çocuk psikiyatrisi uzmanına başvurmak gerekir” dedi.

Sınav kaygısının da başarıyı olumsuz etkilediğini kaydeden Karaçetin, “Çocuk ve ergenlerin ders başarısını olumsuz etkileyen durumlardan biri de sınav kaygısıdır. Sınav kaygısı, çocuğun kendisinden beklenen performansı gösteremeyeceğine yönelik olumsuz düşünceler tarafından oluşturulur ve uygun müdahale yapılmadığında çocukların akademik ve sosyal işlevselliğini olumsuz etkiler. Çocuk ve ergenlerde kaygı, çocuk ve ergenin karşı karşıya kaldığı durumla başa çıkamayacağı inancıyla doğru orantılıdır. Bu yüzden ailelerin çocuklarına her ne koşulda olursa olsun sevgi, güven ve inançlarını koruyacakları konusunda geri bildirimlerde bulunmaları önemlidir. Çocuk ve ergenlere verilmesi gereken mesaj, sınav sonucunda aldığı notun değil, sınava çalışma sürecinde gösterdiği çabanın önemli olduğudur. Aynı zamanda çocukların aileleriyle olan ilişkilerinin sadece başarı boyutuna değil, birden fazla boyuta sahip olması önemlidir. Anne-babanın çocukla iletişim kurduğu tek alanın ders olması, çocuğun sadece başarılı olduğunda sevileceği hissine kapılmasına yol açar. Çocuklar başarılı olmasalar dahi aileleri tarafından sevilmeye ve kabul edilmeye devam edileceklerini bilmelidirler. Ders dışındaki alanlarda da anne-baba çocuk ilişkisinin geliştirilmesi, ders dışında çocuğun gösterdiği iyi davranışların fark edilmesi ve olumlu davranışların pekiştirilmesi hem kaygıyı azaltan hem de anne-baba çocuk ilişkisini geliştiren bir etmendir. Bir de her çocuğun güçlü ve zayıf yönleri vardır. Bu anlamda anne-babaların çocuklarının güçlü ve zayıf yönlerini bilmeleri ve bu alanlara göre beklentilerini şekillendirmeleri gerekir. Çocuğun zayıf olduğu alanlarda yüksek beklentiyle yaklaşmak çocukta kaygı oluşturur” dedi.

Kaynak: Mırıltı

Doğan her 800 bebekten birinde down sendromu görülüyor

down-sendromuHER YIL TÜRKİYE’DE 1500 DOWN SENDROMLU BEBEK DÜNYAYA GELİYOR. TÜRKİYE’DE 100 BİN CİVARINDA DOWN SENDROMLUNUN YAŞADIĞI TAHMİN EDİLİYOR.

Genetik bir farklılıkla dünyaya gelen down sendromlu çocukların en önemli ihtiyacı, sosyal destek. Ailelerin çocuklarından utanmamasını tavsiye eden uzmanlar, down sendromlu çocukların yaşıtlarıyla birlikte kreş, spor ve etkinliklere götürülmesini öneriyor.

Down sendromu, genetik düzensizlik sonucu insanın 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunması sonucu ortaya çıkan genetik hastalık. Doğan her 800 bebekten birinde down sendromu görülüyor. Her yıl Türkiye’de 1.500 down sendromlu bebek dünyaya geliyor. Türkiye’de 100 bin civarında down sendromlunun yaşadığı tahmin ediliyor.

Uzman Dr. Ceyhun Caferov, down sendromlu çocuklarla ilgili şu bilgileri veriyor: “Fiziksel özellikler çekik küçük gözler, basık burun, kısa parmaklar, kıvrık serçe parmak, kalın ense, avuç içindeki tek çizgi, ayak baş parmağının diğer parmaklardan daha açık olması. Çoğunlukla hafif veya orta seviyeli öğrenme güçlüğü gibi sorunlar taşıyorlar. Gelişimleri genellikle geri. Geç yürüme ve konuşma bozuklukları sıklıkla olur.” Sosyal desteğin bütün çocukların yanı sıra özellikle zihinsel problemleri olan çocuklar için çok daha önemli olduğunu kaydeden Caferov, şunları öneriyor: “Bu çocukların sosyal yaşantıları küçük yaşlarda başlamalı. Ebeveynler çocuklarından utanmamalı ve onların toplumun bir ferdi olduğunu unutmamalı. Sosyal yaşantılarını desteklemek için yaşıtlarıyla beraber kreşe, anaokuluna, spor ve diğer etkinliklere gönderilmeli. Ayrıca diğer down sendromlu çocuklarla birlikte etkileşim halinde olmaları onların dünyada yalnız olmadıkları kendilerine benzeyen başka birilerinin de olduğunu fark etmelerine yol açar. Bu durum genellikle olumlu sonuçlar verir.”

Zihinsel ve gelişim geriliklerinden dolayı down sendromlu çocukların daha çok ebeveyn desteği ve bakımına ihtiyaç duyduklarını kaydeden Caferov, “Çoğunlukla hayat boyu aile desteği yaşamlarını sürdürürler. Kronik bir durum olduğundan dolayı ailelerin bu durumu kabullenmesi zordur. Ama erken eğitsel ve fizik tedavi desteği gelişim geriliğinin giderilmesi açısından önemlidir.” diyor.

AİLELER PSİKOSOSYAL DESTEK ALMALI

Diğer çocuklara göre daha çok ilgi ve bakım istedikleri için down sendromlu çocuğu olan ailelerin daha çok yıprandığını kaydeden uzman, “Bu sebeple bu ailelerin psikososyal destek almaları hem çocuk hem de ebeveynin ruh sağlığı açısından önemlidir.” şeklinde konuşuyor. Down sendromlu çocuklarda kardeş unsurunun da genellikle faydalı olduğunu aktaran uzman, “Kardeş çocuklar için model teşkil etmekte ve zihinsel, dil ve sosyal gelişimlerinin daha iyi olmalarını sağlamaktadır. Ayrıca ileri yaşlarda down sendromlu çocukların bakımında kardeşlerin sağlayacağı yardım ebeveynler için kolaylaştırıcı ve motive edici olmaktadır.” ifadelerini kullanıyor.

Otizm ile ilgili yeni bağlantı “Hamilelik Diyabeti”

otizm-hamilelikYeni bir araştırma, hamileliklerinin ilk 26 haftası içinde gestasyonel diyabet yani hamilelik şekeri ortaya çıkan anne adaylarının bebeklerinin otistik olma olasılığının yükseldiğini ortaya koyuyor.

İki yaşındaki Levi Dahlberg, otistik bir çocuk. Ancak annesi, Levi’ye otizm teşhisi konulmadan önce bir sorun olduğunu sezdiğini söylüyor.

Anne Megan,  ”Levi ‘merhaba,’ ‘güle güle,’ ‘kedi,’ ‘ağaç’ gibi kelimeleri söylüyordu ancak yürümeye başladığı zaman konuşma gelişimi durdu. Ondan sonraki 16 ay iletişim becerisi hiç gelişmedi” diyor.

Otizm, kendi kendine ortadan kalkan bir sorun değil. Otistik çocukların beyin fonksiyonları normal gelişemiyor. Bunun sonucunda çocuk, sosyal iletişim ve davranış kontrolünde zorluklar yaşıyor.

Doktor Edward Curry,  ”Bebeğin beyni, hamileliğin başlangıcında yani birinci ve ikinci trimesterde gelişir. Beyin, en çok bu dönemde dış etkenlerden olumsuz yönde etkilenir. Annenin kan şekerinin yükselmesi, bebeğin beynini etkiler” şeklinde konuşuyor.

300 binden fazla çocuğun sağlık raporlarını inceleyen Edward Curry, Anny Xiang ve diğer uzmanlar, hamileliğe bağlı şeker yükselmesi yaşayan annelerin doğurduğu çocuklarda ortak bir payda olduğunu ortaya çıkardı.

Anny Xiang, “Hamileliğin 26‘ıncı haftasından önce anne rahminde hamilelik şekerine maruz kalan bebeklerin otistik olma olasılığının yükseldiğini gördük” diyor.

Hamileliklerinin 26‘ıncı haftasından sonra gestasyonel diyabete yakalanan ya da hamile kalmadan önce de şeker hastası olan kadınların bebeklerindeyse otizm riski olmadığı belirlendi.

Doktor Curry’ye göre hamileliğin erken safhalarındaki bakım, hayati önem taşıyor: “Anne adaylarının düzenli kontrollerini yaptırmaları çok önemli. Sadece şeker seviyelerini ölçtürmek değil, vitaminlerini de zamanında kullanmak zorundalar.”

Otizme yol açan nedenlerin ne olduğu bilinmiyor. Ancak uzmanlar, otizm riskini arttıran bazı etkenler olduğu görüşünde. Bunlar bebeğin erken ya da küçük doğması, otistik anne, baba ya da kardeşlerinin olması, anne karnında bazı ilaçlara ya da ağır metallere maruz kalması.

Erken teşhis son derece önemli olsa da otizmin şu anda tedavisi yok.

Megan,  ”Oğlumun bir gün tamamen iyileşmesini ve bu hastalığın tedavi edilebilir olmasını umuyorum” diyor.

Araştırmanın sonuçları Amerikan Tabipler Birliği’nin dergisi JAMA’da yayınlandı.

 

Kaynak: Carol Pearson/Amerikanın Sesi