Sevmek İçin Doğarız

Otistiklerin daima fiziksel temastan kaçındığı, eşyayı sevdikleri ancak insanlarla asla temasa geçmedikleri gibi eski teoriler, onları başkalarını hiç önemsemeyen, duygusuz kişiler sanmamıza neden oldu. Ancak hem otistikler hem de aileleriyle yürütülen yeni araştırmalar, durumun sandığımızdan farklı olduğunu gösteriyor. Aslında kimi otizm vakalarında kişi çevresini çok az değil, çok fazla önemser.

Bunu anlayabilmek için empatinin iki kısımdan oluştuğunu belirtmeliyiz. Çevremizde görüşlerine sıkça başvurabileceğimiz, bizden farklı şeyler bilen, farklı şeyler hissedip algılayan insanlar olduğunu da idrak ederiz. Bunu anlamaya ”zihin kuramına sahip olmak” denir. Zihin kuramını kullanmaya ise ”kendini başkasının yerine koymak” denir.

Bir dizi klasik araştırma otistik çocukların zihin kuramında karşılaştıkları güçlükleri göz önüne sermiştir. Bu araştırmalardan birinde çocuklara Sally ve Anna adında iki kukla gösterilmiştir. Sally’nin önünde bir sepet, Anne’nin önündeyse bir kutu bulunmaktadır. Sally sepetine bir misket atar ve sahneyi terk eder. O gittikten sonra Anne misketi sepetten alıp kendi kutusuna saklar. Çocuklara, ”Sally misketi nerede arayacak?” diye sorulur. Dört yaşındaki normal çocuklar, Sally’nin Anne’in misketi aldığını görmediği için öncelikle sepetine bakacağını bilir. On ila on bir yaşındaki zihinsel engelli çocuklar da bunu anlayabilir. Ancak, ilk araştırmada on ila on bir yaşındaki otistik çocukların yüzde sekseni bu soruya yanlış cevap vermiştir.

Peki otistik çocuklar ne düşünüyordu? Sally’nin misketi nerede bulacağını bekliyorlardı?

Onlar Sally’nin kutunun içine bakacağını düşünüyorlardır. Çünkü Anne’in misketi oraya koyduklarını biliyorlardı. Bunu kendileri biliyorlarsa Sally neden bilmesindi ki? Başka bir deyişle, diğer insanların kendileriyle aynı şeyleri fark edemeyeceklerini kavramamış; diğer zihinlerin farklı bakış açıları olduğunu anlamamışlardı.

* Bruce D. Perry’nin aynı adlı kitabından alıntıdır.

Derleyen Psikolog Gaye Özmen

Özel Eğitimde Matematik Öğretimi

  • MATEMATİK NEDİR?
  • MATEMATİK NEDEN ÖNEMLİDİR?
  • MATEMATİK EĞİTİMİNE NE ZAMAN BAŞLANMALIDIR?
  • MATEMATİK EĞİTİMİNDE ÖN KOŞUL BECERİLER NELERDİR?
  • MATEMATİK EĞİTİMİNDE KULLANILAN YÖNTEMLER NELERDİR?

 

MATEMATİK NEDİR?

Matematik günlük yaşamda karşılaşılan problemleri çözmede başvurulan sayma, hesaplama, ölçme ve çizme işidir. Diğer bir deyişle bir örüntü ve sistemler bilimidir diyebiliriz. Matematiksel etkinliklerle insanlar, başta sayı ve şekil olmak üzere çeşitli matematiksel temel kavramları ve ilişkileri kullanarak bütün bu olaylar dizgisini kendi içlerinde anlamlı bir hale getirmeye çalışırlar. Matematik, kavramsal bilgiler ve işlemsel bilgiler olmak üzere ikiye ayrılır. Kavramsal bilgiler, bireyin içsel olarak sahip olduğu bilgi temel alınarak oluşturulan ilişkilendirmedir. İşlemsel bilgi ise kurallara dayalı rutin matematiksel bilgiyi temsil eden sembolleri içeren bilgi bütünlüğüdür.

NEDEN ÖNEMLİDİR?   

Matematiğin en temel amacı günlük yaşamda karşılaşılan problemleri çözmek,çocukları hayata ve yaşamda karşılaşılabilecek sorunları çözme becerisi kazandırmaktır. Bu nedenle matematik öğretimi tüm toplumlarda önemini korumaktadır.

Özel gereksinimli bireylerin bilgiyi içselleştirme ve kuralları sembolleştirerek bir şemaya oturtma becerileri sınırlıdır. Sadece matematik işlemlerini sembolleştirme değil, günlük  yaşamda karşılaştıkları diğer becerileri de sembolleştirmeye ihtiyaç duyarlar.İşte bu noktada matematik öğretimi, özel gereksinimli bireylere bilgiyi zihinde nasıl sembolleştireceklerini öğrenme olanağı tanır. Bu nedenle matematik öğretimi ve semboller çok önemlidir.

EĞİTİME NE ZAMAN BAŞLANMALIDIR?               

Matematik kendi içerisinde hiyerarşik yapısı olan bir bütündür.. Çocuğun her yaşta öğrenmesi gereken beceri farklıdır. Bu nedenle gelişim özelliklerine en uygun beceriler yeterli hazır bulunuşluk düzeyinde mutlaka verilmelidir. Kavramsal bilgiler için işlem öncesi dönemde çalışmalara başlanmalıdır. Bu 2-6 yaş arası dönemi kapsar. İşlemsel bilgilerle çalışılmaya ise somut işlemler döneminde başlanılmalıdır

ÖN KOŞUL BECERİLER NELERDİR?           

Her öğrenilen şey yeni bir öğrenme ürününün ön koşuludur. Kavramsal dönem, işlemsel dönemin önkoşul becerilerini içermektedir.Matematik işlem ve becerileri ardışıklık gösterdiğinden, öğrenci bir işlem ya da beceriyi öğrenmeden diğerinin öğretimine geçildiğinde, öğrencinin yeni öğretilen işlem ve beceriyi öğrenmesi de mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla, kavram, beceri ya da işlemlerin birbirinin önkoşulu olma ilişkilerinin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Çocuğun gelişim özelliklerine uygun kavramsal dönemdeki öğrenilmesi gerek becerileri söyle sıralayabiliriz,

  • Zıt kavramlar (büyük- küçük, dolu-boş, önce-sonra, sağında-solunda, az-çok, tam-eksik)
  • Sınıflandırma
  • Eşleme
  • Sıralama
  • Örüntü tamamlama
  • Geometrik cisimler(üçgen, kare, daire, dikdörtgen)
  • Eksik olanı ekleme
  • Fazla olanı çıkarma çalışmaları

 

KULLANILAN YÖNTEMLER NELERDİR?

Gerçekleştirilmesi beklenen kazanım doğrultusunda tüm yöntemler kullanılabilir. Burada önemli olan yöntemin çocuğun gelişim seviyesine uygunluğudur.çalışmalara başlanılmadan önce kazanması gereken ilk kazanım belirlenmeli,bu belirlendikten sonra alt basmaklarına ayırarak çalışmalar yapılmalıdır. Örneğin, az-çok,eksik-fazla,önce-sonra kavramları; 1den 20 ileri geri ritmik sayma öğrenilmeden toplama işlemi öğretilmemeli. Eldesiz toplma işlemi tam olarak kazandırılmadan eldeli toplama işlemine geçilmemeli. Tüm bu eğitim verilirken konu kendi içinde alt basamaklarına ayrılmalıdır. Örneğin “ eldesiz toplama işlemi yapar” kazanımını ele alalım. Alt basamakları kolaydan zora doğru şu şekilde sıralayabiliriz.

  •  Bir basamaklı bir doğal sayıyla, bir basamaklı bir doğal sayıyı sonuç bir basamaklı çıkacak şekilde toplar.
  • Bir basamaklı bir doğal sayıyla, bir basamaklı bir doğal sayıyı sonuç iki basamaklı çıkacak şekilde toplar.
  • Bir basamaklı üç doğal sayıyı sonuç bir basamaklı çıkacak şekilde yan yana toplar.
  • Bir basamaklı üç doğal sayıyı sonuç bir basamaklı çıkacak şekilde alt alta toplar.
  • Bir basamaklı üç doğal sayıyı sonuç iki basamaklı çıkacak şekilde yan yana toplayıp sonucunu yazar/söyler.
  • Bir basamaklı üç doğal sayıyı sonuç iki basamaklı çıkacak şekilde alt alta toplayıp sonucunu yazar-söyler.
  • İki basamaklı bir doğal sayı ile bir basamaklı bir doğal sayıyı eldesiz toplayıp sonucunu yazar-söyler.
  • İki basamaklı bir doğal sayı ile iki basamaklı bir doğal sayıyı sonuç iki basamaklı çıkacak şekilde toplar.

Bu planlamanın ardından basamaklandırılmış öğretim, doğrudan öğretim  yöntemleri matematik öğretimi için idealdir. Basamaklandırılmış- doğrudan öğretim; kazandırılacak becerinin nasıl gerçekleştirileceği ile ilgili model olunma, öğrencinin beceriyi bağımsız olarak uygular duruma gelmesi için dönüt ve düzeltmelere yer verme, ipuçlarının azaltılarak alıştırmalar yaptırma esasına dayanan öğretim yöntemidir. Özel eğitimde önemli olan kullanılan yöntem ne olursa olsun uygun pekiştireç kullanımı ve doğru yer ve zamanda dönüt düzeltme yapılmasıdır.Aktif öğrenmeye dayalı, çocuğa yaşantısal ortamlar sunan öğrenme ortamı öğrenmenin kalıcılığını artırır.

Unutmayalım ki öğrenme gelişimsel bir davranıştır. Her bireyin kendi doğası içinde farklı öğrenme stilleri vardır. Özel eğitimde çocuğu yakından tanıma,eğitimci- veli iletişimi,yoğun eğitim, ev ortamında eğitime verilen destek bu davranışı geliştiren en önemli unsurlardır.

ZİHİNSEL ENGELLİLER SINIF ÖĞRETMENİ

İNCİ ER SERİNGEN

 

Özel Gereksinimli Bireylerde Okuma Yazma Öğretimi

otistik-cocuklar

Toplum ve ailenin bakışı

Genel olarak öğretmenler anne babalar ve toplum okuma yazmaya büyük önem verir. Okuma yazma bilmemek günümüzde büyük bir kusur olarak değerlendirilir. Bu beceri normal gelişim gösteren çocuklarda olduğu gibi, farklı gelişen  çocuklar içinde büyük önem taşımaktadır. Bunun nedeni , özel gereksinimli çocukların okuma yazma bilmesinin, bağımsız yaşam açısından önemli bir basamak olmasıdır. Peki nedir okuma yazma?  Okuma – yazmayı akademik olarak tanımlamak gerekirse

“ sembolleri kullanarak iletişim kurma ve sembollerden anlam çıkarmadır.” diyebiliriz.  Tanımından da anlaşılacağı üzere okuma yazma eğitimine geçmeden önce çocuk sembolik işlemleri yapabilecek seviyeyi tamamladıktan sonra  geldikten sonra okuma yazma eğitimine başlanmalıdır.

Genel olarak anne- babalar eğitimde okuma yazma sürecine gelindiğinde çok heyecanlanır.  Kısa vadede çok büyük sonuçlar beklerler. Burada unutulmaması gereken en önemli şey, normal gelişim gösteren çocuklarda bile eğitim-öğretimin en sancılı olduğu bu dönemde sabırlı olmaktır. Düşülen diğer hataların başında da çocuğu okuma yazma eğitimi alan diğer çocuklarla kıyaslamak gelmektedir. Ailelerin “hadi çocuğum bak filancanın çocuğu okuyormuş,sende öğren” şeklinde yaklaşımları, başka çocuklara yetiştirebilmek için aşırı ders çalışma saatleri ve zorlamalar, çocuklarda başarısızlık duygusunu güdülemekten ve okuma yazma eğitimine karşı soğutup,bıktırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Unutmamalıyız ki tüm bireyler kendi doğasında farklılıklar gösterir ve herkesin bu farklılıkların doğrultusunda farklı öğrenme hızları ve sitilleri vardır. Okuma yazma eğitimine başlamadan önce çocuğu çok iyi gözlemlemeli, eğitimcilerini ilgi alanları hakkında bilgilendirmeliyiz. Çocuğun kendini mutlu hissettiği ve eğlendiği ortamlarda öğrenme kalitesi de yükselecektir.

Özel eğitimde okuma-yazma eğitimine başlamadan önce dikkat edilmesi  gereken iki önemli husus vardır.  Bunların birincisi  “çocuğun özür grubu nedir? Nasıl bir okul yaşantısı olacaktır?”. Öğrenci down sendromlu, otizmli, yoksa gelişim geriliği veya özel öğrenme güçlüğü olan biri mi? Ona en uygun kullanılması gereken yöntem nedir? Akranlarıyla birlikte kaynaştırma eğitimimi alacak, özel alt sınıfa mı gidecek yoksa sadece rehabilitasyon desteğimi alacak?  Dikkat edilmesi gereken ikinci önemli nokta ise çocuğun yeterli hazır bulunuşluk düzeyinde olmasıdır. Yeterli hazır bulunuşluk düzeyinde bulunan çocuğun okuma yazma süreci için gerekli bazı önkoşul becerileri yerine getirmesi gerekmektedir. Peki nedir bu ön koşul beceriler? Bunları 9 ana madde altında toplayabiliriz.

Özel gereksinimli çocuklarda okuma yazma eğitimi için sahip olunması gereken ön koşul beceriler

  • Genel bilgi dağarcığı (meyveler,sebzeler,taşıtlar,hayvanlar,sayılar,meslekler,eylemler,geometrik şekiller,zıt kavramlar)
  • Görme ( aynı olanı bulma,farklı olanı bulma,eksik tamamlama; resim,renk,sayı,harf,eşleme)
  • İşitme  ( ses taklidi, senin yönünü bulma, gözü kapalı çıkan sesi tahmin etme,dinleme,dinlediği ile igili sorulara cevap verme)
  • Konuşma ( kendini ifade edebilme,ailesini tanıtma,sorulan sorulara cevap verme)
  • Kas gelişimi ( kaba ve ince motor beceriler,top tutma kağıt yırtma,hamurla oynama,ipe boncuk dizme vb)
  • Sosyal ve duygusal uyum ( yeterli hazır bulunuşluk düzeyinde olması)
  • Dinleme
  • Kalem tutma
  • El-göz koordinasyonudur( parmak takibi yapabilme, sınırlı alan boyama,çizgi çalışmalarını yapabilme)

 

Gerekli ön koşul beceriler kazandırıldıktan sonra öğretim yapılacak yöntem belirlenmelidir. İlk başta da söylediğim gibi okuma yazma süreci eğitimde sancılı bir süreçtir fakat doğru yöntem teknikle çalışıldığı takdirde bu süreç öğrencinin çalışmaktan zevk alacağı eğlenceli bir süreç haline gelir. Eğitimcinin çocuk için en uygun yöntemi belirleyebilmesi için mevcut yöntemleri bilmesi gerekmektedir.

Okuma-yazma eğitiminde kullanılan yöntemler;

1. Metin yöntemi(Üstün zekalı bireyler için): Paragraf bütün halinde verilir. Sonra cümle-kelime-hece ve seslere ayrılır. bütünden parçaya gitme

2. Harf yöntemi(Otizmli bireyler için): Harflerin okunuşu öğretilir.( Daha doğrusu otizmi olan birey harflerin okunuşunu ezberler. Örnek: ba-ca-ka-pı…) Sonra bu heceler birleştirilerek yeni kelime ve cümleler oluşturulur.

3. Ses yöntemi (Hafif veya ortaya yakın hafif düzeyde zihinsel yetersizliği olan bireyler için): Harflerin okunuşu esas alınmıştır. Bildiğiniz gibi şu anda devlet okullarında uygulanan bir yöntemdir.Sesler gruplara ayrılmış ve  guruptaki ses sırası takip edilerek yeni yeni kelimeler türetilmiştir.

• Şöyle ki:
Birinci Grup    : e,l,a,t

İkinci Grup      : i,n,o,r,m

Üçüncü Grup   : u,k,ı,y,s,d

Dördüncü Grup: ö,b,ü,ş,z,ç

Beşinci Grup    : g,c,p,h

Altıncı Grup     : ğ,v,f,j

Ses yöntemindeki bu sıralamanın özel gereksinimli bireyler için uygunluğu kısmen tartışılmaktadır. Şu asla unutulmamalıdır ki özel eğitime muhtaç bireylerde hangi yöntem uygulanırsa uygulansın  olabildiğine sade ve anlaşılır olmalıdır. Bu nedenle özel eğitime muhtaç bireylere önce sesli harflerin okunuşu öğretilmeli sonrada öğrenilen bu sesli harfler, sessiz harflerin okunuşuyla birleştirilerek hece kelime ve cümleler oluşturulmalıdır.Deneyimlerimiz sonucu çıkan en uygun sıra:
Birinci Grup:  a,e,ı,o,u,i,ö,ü
İkinci Grup  : l-m-t-n-s-k-r-f-y-z-v-b-c-d-p-h-ş-ç-g-j-ğ

Ses yöntemini kullanacak eğitimcilerin dikkat etmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. Örneğin eğitimci asla öğrenmediği sesle ilgili hece ve kelimeler kullanmamalıdır. Bu öğrencinin kafasını karıştırır. Sesli harflerin öğretiminde ı ile i,  o ile ö, u ile ü peş peşe öğretilmemelidir. Sesi tanıma, okuma gerçekleştikten sonra yazı çalışmaları yapılmalıdır. Eğer öğrenci el yazısı ile zorlanıyor ise asla buna zorlanmamalı, okul yaşantısı varsa özel eğitim öğretmeni ve okul öğretmeni mutlaka irtibat halinde olmalıdır.

Okuma yazma öğretim süreci

Bu süreci  6 evrede inceleyebiliriz;

  • Hazırlık evresi : öğrencinin okuma yazma eğitimine hazırlandığı,yazımızın başında bahsettiğimiz ön koşul becerilerin kazandırıldığı evredir. Öğrenci gerekli ön koşul becerileri kazandıktan sonra ses evresine geçilir.
  • Ses evresi: Bu evrede sesler tanıtılır. öğrencinin farklı hecelerlerdeki aynı sesleri sezmesi, hece çalışmasına geçmek için iyi bir ölçüttür. Sonrasında hece öğretimine geçilir.
  • Hece evresi: öğrenilen seslerle önce iki hece, sonra üç hecelerin oluşturulduğu evredir.
  • Sözcük evresi: hecelerin birleştirilip yeni kelimelerin oluşturulduğu evredir. Öğrenilen seslerle hecelerin birleştiriliminden oluşan kelimelerin, resimlerini gösterip okutup yazdırmak görsel destek sebebiyle daha etkili olacaktır.
  • Cümle evresi: kelimelerden cümle oluşturma evresidir. Bu evrede öğrendiği kelimler karışık gruplar halinde verilip anlamlı cümle oluşturması istenilebilir. Bu noktada önemli olan basitten karmaşığa gitmek ve her zaman öğrencinin yapabileceği etkinliklerden başlayıp dersi yine yapabildiği etkinliklerle tamamlamaktır.
  • Serbest metin evresi: Metin okuma ve yazmanın gerçekleştiği, okuduğu metinle ilgili sorulara cevap verebildiği,söylenen metni yazabildiği evredir. Bu evrede başarı güdüsünün tatmin edilmesi çok önemlidir. Hecelere ayırarak okuma, son sözcüğü veya heceyi tekrar etme gibi davranışlar olabilir. Bu tip durumlarda öğrenciye daha hızlı ve akıcı okumasıyla ilgili komutları verirken bunların teşvik edici olmasına dikkat etmeliyiz.

Okuma yazma öğretiminde oyunlar

Unutulmamalıdır ki çocuğun yaşantısında oyun büyük bir yer tutar. Bir çok kavram oyun yoluyla daha hızlı öğrenilmektedir.  Aynı şekilde okuma yazma çalışmaları yaparken de oyunlardan faydalanılabilir.Öğretilen cümle kelime hecelerin unutulmasını önlemek için bol bol tekrar yapılması gerekmektedir.Oyun yoluyla bu tekrarların zevkli hale gelmesi sağlanabilir.İlk okuma yazma öğretiminde kullanılabilecek önerebileceğim oyunlardan birkaç örnek aşağıda yer almaktadır.

1)Balon Şişirme Oyunu:
Balonlar alınır ve bu balonların üzerine öğrenilen kelime,hece yada cümleler yazılır.Bu heceler yan yana getirilerek anlamlı kelimeler yaptırılır.

2) Numarayı Bul Oyunu:
Kartona 10 tane kutu çizilerek bunlara bir numara verilir. Bu kutuların içine farklı kelimeler yazılır.Öğretmen tarafından bir numara söylenir ve öğrenci tarafından o kutudaki kelimeyi bulması istenir,okutulur ve yazdırılır.

3) Kelime Piyangosu:
60-70 cm çapında ortasında kolayca dönebilen bir gösterge bulunan kartondan bir tablo hazırlanır. Bunun üzerine tekrar ettirilecek kelime yada hece tutturulur.Çocuk tablonun üzerindeki göstergeyi çevirir hangi kelime yada heceyi gösteriyorsa o kelime okutulur ve yazdırılır.

4) Hece Piyangosu:
Kelime piyangosu gibi mukavva üzerine yapılır. Göstergenin üzerine heceler ile birleştiği zaman kelime oluşturacak bir hece konur. Kenarlarına da kesilen heceler konur.Gösterge çevrildiğinde hangi heceyi gösteriyorsa iki hecenin oluşturduğu kelime okutulup yazdırılır.

5) Şans Oyunu:
bir torba içine kelime fişleri konur. Bu torbada bulunan kelimeler öğrenciye çektirilir.çekilen kelime okutulup yazdırılır.

Toparlamak gerekirse okuma – yazma öğretimi son derece önem taşıyan bir konudur. Tüm öğretimi yapılan davranışlarda olduğu gibi bu davranışın kazandırılmasında da, çocuğun bireysel farklılıklarını göz önünde bulundurarak  en uygun yöntem ve tekniklerin kullanılmasını, doğru zamanda doğru pekiştirenlerin verilmesini, çocuğun  eğitim ortamını sevmesini, öğrenmeden zevk almasını sağlamak  öğretim sürecini hızlandıracak,eğitimin kalitesini arttıracaktır.

Zihinsel Engelliler Sınıf Öğretmeni İnci Seringen

Kaynaklar:

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/39/49/450.pdf

http://llp.marmara.edu.tr/course.aspx?zs=2&mod=2&kultur=tr-TR&program=224&did=14636&mid=12047&pmid=250

http://www.zihinengelliler.com/index.php?option=com_content&view=article&id=571:zhnsel-engell-breylere-okuma-yazma-oeretm-&catid=137:zihinsel-engelliler&Itemid=41

http://www.rehabilitasyon.com/index.php?act=showarticles&act2=read&p=1&aid=5259

Özel Gereksinimli Çocuklara Ölümü Anlatmak

Ölüm, kavram olarak her yaşta insanı derinden etkileyen soyut bir gerçekliktir. Ölüm karşısında her insan mutlaka bir şeyler hisseder ve hislerini farklı şekillerde ortaya koyar.Söz konusu çocuklar olduğunda ise ölüm konusunu açıklamak oldukça güç bir iş gibi gelir.

Çocukların ölüm kavramına bakış açıları yaşlarına göre değişmektedir. Ölümü algılamak ve kabullenmek için belli bir olgunlukta olmak gerekir ki bu yaş aslında tam olarak 11 civarıdır diyebiliriz çünkü; çocukların soyut düşünme becerileri 11 yaş civarında gelişir ve çocuk, ölen bir bireyin sonsuzluğa gittiğini, ölüm denen olgunun yokluk olduğunu ve yokluğun ne olduğunu anlayabilir. Ancak bunun dışında genel bir yaş sırası ile ölümü algılayışları yazının ilerleyen bölümlerinde anlatılacaktır.

Bizim merkezimizde çalıştığımız özel çocuklarımızın ölüme bakışlarına gelince: çocuklarımızın her biri birbirinden farklıdır. Kimi otizmli, kimi zihinsel engelli kimi down sendromu vs.. bizlerden onlara ölümü anlatış şeklimizin farklı olması beklenir genelde oysa hiç de farklı değildir. Onlar da hissiyatları oldukça kuvvetli, hayatlarındaki değişiklikleri, eksiklikleri fark edebilen ve bilmeye hakkı olan bireylerdir.

Ölüm çoğu zaman bir yakının kaybında gündeme gelir ve ardından bazen çocuğun ruh halini etkileyen bir problem olarak ölüm kaygısı adı altında ortaya çıkabilir. Daha öncede bahsettiğim gibi genel olarak çocukların yaşlarına göre ölümü algılayışlarını ele alalım: 2-3 yaş için: Ölüm, uzun bir uykudur, ölen kişinin hep bir gün uyanacağını düşünür. 4-5 yaş çocuğu ölümü kabullenmeye başlar,ancak ara  ara giden kişiyi özler ve tepkisini ortaya koyabilir. 5 yaş üstü ise ölen bireyin bir daha gelmeyeceğini farkındadır ancak soyut düşünce tam olarak oluşmamıştır. Dolayısıyla o da ölüm kavramını çok netleştirememiştir.

Çalıştığımız otizmli,  zeka geriliği yaşayan vs.. gibi çocuklarımız “soyut” düşünme yeteneğine sahip olmadıkları veya soyut düşünmekte zorlandıkları  için  “ölüm”  kavramını net ve kısa bir şekilde açıklamamız gerektiğinden bahsetmiştik.Çocuklarımıza ölüm olayını anlatırken, daha olmadan önce  yaş düzeyine uygun bir açıklama yapmak ve sorularını cevaplandırmak onun ölümü hayatın bir parçası olarak algılayabilmesine yardımcı olacaktır.  Ancak hepimizin farkında olmadan yaptıkları hatalı açıklamalara bakacak olursak:

  • Ölümü uyku ile eşleştirmememiz gerekir: Ölen kişinin uyuduğunu ve bir süre sonra uyanacağını düşünür.
  • Ölümü yolculuk ile eşleştirmememiz gerekir: Ölen kişi uzun bir yolculuğa gitmiştir ve elbet bir gün dönecektir.
  • Ölümü hastalık ile eşleştirmememiz gerekir: Ölen kişi her insan gibi hastalanmıştır ve elbet bir gün iyileşecektir.
  • Ölümü yaşlı insanlarla eşleştirmememiz gerekir: Bu durumda da çocuklar her yaşlı bireyin ölmesi gerektiğini düşünür.

Ölüm’ü nasıl anlatmamamız gerektiğinden bahsettik ancak nasıl anlatmak gerektiğimize gelince: ölüm en kısa ve net anlatımıyla artık hayatta olmamaktır denilebilir. Bir takım somut benzetmelerle çocuğun kafasında canlandırmasına yardımcı olunabilir. Bu benzetmeler: “toprakta yetişen bir bitki bir süre sonra sararabilir, solabilir ve sonunda artık nefes alamaz, işte insanlar da bazen artık nefes alamazlar ve aramızdan ayrılırlar.” vb.  veya  “hani hayvanlarda bazen hastalanıyorlar ve biz onları bir daha göremiyoruz ölüyorlar, işte insanlarda bazen hastalanır ve aramızdan ayrılırlar” gibi kısa ve net açıklamalar yapmamız yeterli olacaktır.

Ölüm konusunda bir diğer önemli nokta çocukların, ölen kişiyi bir daha göremeyeceklerini bilmeleridir. “Biliyorum onu çok özlüyorsun, bizler de onu çok özleyeceğiz ama artık o bizimle olmayacak onu göremeyeceğiz.” Gibi kararlı ve kısa açıklamalarla çocuğun düşüncesinin netleşmesine yardımcı olmalıyız.

Ölümle ilgili olarak cenaze merasimleri veya mevlütler gibi geleneklerimizde çocuklarımızın ne kadar yer alması gerektiği ile ilgili olarak da şunu söyleyebiliriz ki: çocuklarımızın özel gereksinimli olsa da olmasa da özellikle “6” yaş öncesinde cenaze, gömme vs.. gibi törenlere katılması pek doğru karşılanmaz. Çünkü, çocuklarımızın hayal güçleri oldukça geniş olduğundan ve soyut düşünme yetenekleri gelişmediğinden çocuk için  travmatik bir süreç olabilir ve ilerleyen yaşlarda baş etmesi daha güç bir hal alabilir. Ancak bu çocuklarımıza her şeyin yolunda gittiği, hiçbir üzüntü olmadığını yansıtın demek olmuyor. İkisi arasındaki dengeyi çok iyi ayarlamak önemlidir. Çocuklarımız, özellikle yaygın gelişimsel bozukluk yelpazesi altında yer alan  çocuklarımız bizlere göre çok daha hassas ve hissiyatlıdırlar   Dolayısıyla tabi ki bir yas durumunu fark edeceklerdir. Bu gibi durumlar da bizler onlara şöyle bir açıklama yapabiliriz: “ “…….”, öldüğü için çok üzgünüz ve onun için şu anda ağlıyoruz, sen de üzüldüğün zaman ağlamak istiyorsan ağlayabilirsin bu normal bir şeydir, zamanla daha az üzüleceğiz ve ağlamamız bitecek.”, bizler bu konu ile ilgili gerekli kısa ve net açıklamamızı çocuklarımıza yapalım daha sonrasında kafasında bazı şeyler şekillenmeye başlayacaktır.

Son olarak yazımızla ilgili önemli noktalardan tekrar bahsetmemiz gerekirse: Çocuklarımızın özel ama diğer normal gelişim gösteren bireyler kadar hassas olduklarını unutmayalım ve aynı hassasiyeti bizler de onlara gösterelim, çocuklarımızın sordukları sorulara anında, kısa ve net açıklamalar yapalım, çocuklarımızın duygularını anlamaya ve onlara yansıtmaya çalışalım.

 Psikolog

                                                                                                                            Özge HOŞGÖR

Fanus İçinde Çocuk Yetiştirmek

Acının bin bir türlü hali vardır. Haliyle acıyı yaşayanın da bunu gösterme şekli kişiden kişiye farklılık arz edecektir. Kimimiz bas bas bağırırız canımız yandığında, kimimiz sessiz çığlıklar atarız, bazen de acı çekmekten öyle çok bunalır ki insan, duygusal acısını fiziksel acıya dönüştürmeye, soyut acısına somut bir neden aramaya başlar. Çoğu zaman kendini keserek, saçlarını yolarak, kafasını duvarlara vurarak, tırnakları kanatırcasına yiyerek…

Bütün bunlar ve daha fazlası ne yazık ki çocukları da içine alan bir popülasyonda,  ”kendine zarar verme” davranışı olarak  tanımlanır.

Kendine zarar verme davranışıyla ilgili olarak günümüze kadar birçok tanımlama yapılmıştır. Aynı davranışı tanımlamak için birçok terimin kullanılması dil sorunlarına ve kavram kargaşasına yol açmıştır.

Kendine zarar verme davranışı (self-injury) ile ilgili tanımları gözden geçirecek olursak en önemli özellikler arasında, vücudunun belirli bölümlerine zarar vermesi, tekrarlayıcı olması, bilinçli olmaması, ölümcül olmaması, yaşamı tehdit etmemesi, ortama uyamamanın ve tahammülsüzlüğe karşın kendine yardım etmesi olarak belirtilmiştir.

 

Genel olarak kendine zarar verme davranışını dört ana gruba ayırabiliriz:(1)

 

1.Tipik kendine zarar verme davranışları: Kafa vurmak, kendine vurmak, dudak ısırmak, tırnak yemek, derisini çimdiklemek ya da tırmalamak, kendini ısırmak ve saçını yolmak.

 

2.Psikotik kendine zarar verme davranışları: Göz çıkarmak ve organ kesmek.

 

3.Kompulsif kendine zarar verme davranışları: Saç yolmak, deriyi çimdiklemek ve tırnak yemek.

 

4.Dürtüsel kendine zarar verme davranışları: Kendini kesmek, kendini yakmak ve kendine vurmak.

 

Kendine zarar verme davranışını kendini yok etmenin lokalize formu, kendisini cezalandırma

ve yalancı intihar olarak ele alan psikologların yanı sıra bu davranışın  sonradan

öğrenilmiş olup hayatın zorluklarına karşı kişinin kendini koruma hissi olarak ele alan psikologlar da vardır.(1)

 

Kendine zarar verme davranışı en genel olarak öfkenin engellendiği durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu duruma yaşanan fiziksel ve/ veya duygusal travmalar da eşlik eder.

 

Çoğumuzun  ”hanımefendi, beyefendi” gibi çocuklar yetiştirmeye çalıştığı bugünlerde, öfkelenmelerine ve şiddetlerini boşaltmalarına izin verilmeyen çocukların öfkelerini kendilerine döndürebileceğini, onları rahatlatmak için onlarla ”ilgilenmenin” çok güçlü bir yöntem olduğunu, fanus içinde büyütülmeye çalışılan çocukların dikenlerini kendilerine batırmaya başlayabileceğini unutmamalıyız.

 

Psikolog Gaye Özmen

KAYNAKÇA:

 

1)      Alper Aksoy, Kültigin Ögel, Kendine Zarar Verme Davranışı, Anadolu Psikiyatri Dergisi 2003; 4:226-236.

 

Öze Dönersek

Bir kadına en güzel yakışan giysi özsaygıdır, bir erkeğe güven duyulmasının en önemli ölçütlerinden biri de, bir çocuğun başarılı ve mutlu olmasındaki en önemli faktör de özsaygıdır.

 

ÖZE DÖNERSEK

Çocukta özsaygıyı doğuran ilk faktörlerden biridir kendini sevebilme, kabul edebilme yetisi. Pek tabii bu da öğrenmeyle gerçekleşecek bir süreçtir. Çocuk, içine doğduğu ailede ne kadar sevilir ne kadar ‘olduğu gibi‘ kabul edilirse, kendisine yönelik özsaygısı da o derecede yüksek olacaktır. Ailesinin olması gibi olmaya çalışan çocuk tökezleyecektir, içinde daha farklı cevherler vardır su yüzüne çıkmayı bekleyen, aile kimi zaman bu cevherleri görmez, kimi zaman da önemli bulmaz. İnsanın ne kadar çok boyutlu bir varlık olduğunu, çocukların içinde kocaman bir dünya olduğunu göz ardı etmemeliyiz.

Öz Kavramı olgusunu Carl Rogers literatüre kazandırmıştır. Rogers, psikolojik danışmanlık alanındaki birikimlerinden hareketle 1950‟lerin ortalarında “öz” (benlik) kuramını geliştirmiştir. Bu kuramın dayandığı ana nokta ise öz kavramıdır. Rogers kişilik kuramında şu öğeleri vurgulamıştır: (1)

 

Bireyin çevreden saygınlığa gereksinimi vardır.

Bireyin kendine karşı saygı duyma gereksinimi vardır.

 

Özsaygı gereksinimin karşılanabilmesi, kişinin kendisi için önemli kişilerden kayıtsız-şartsız olumlu davranış ve kabul görmelidir .(1)

Geçtana (1996) göre, benlik saygısı duygusal bir boyuttur. Kişinin ne olduğu, gerçek ben ile ideal ben arasında yapılan karşılaştırma sonucunda; kişinin kendini değerli ya da değersiz bulması, ne kadar değerli bulduğudur. Kişi, mutluluk veren ya da hayal kırıklığına uğratan yaşantılar sonucunda kendisine değer verme duygusu geliştirir (1)

Sağlıklı bir kişilik yapısında özsaygı düzeyi önemli rol oynamaktadır. Özsaygı , bireyin psikolojik açıdan etkin olmasını sağlayan temel belirleyicilerden birisidir. Konuyla ilgili çalışmalar özsaygı duygusunun bireyin gelişiminde ve kişiliğinin biçimlenmesindeki etkilerinin çocukluk döneminden kaynaklandığını göstermektedir.(2)

Bağlanma kuramına göre çocuklar erken yaşlardaki bağlanma ilişkileri temelinde kendilerinin ne kadar sevilebilir ve değerli olduklarına ve başkalarının gözündeki değerlerine ilişkin beklenti ve inançlardan oluşan, “benlik temsilleri” (içsel çalışan benlik modelleri) geliştirirler (Cassidy, 1999). Zamanla etkinleşen ve katı şemalara dönüşen bağlanma benlik temsilleri yakın ilişkilerdeki dinamikleri ve farklı alanlardaki başarı beklentilerini doğrudan ya da dolaylı olarak etkilerler. Erken dönemdeki bağlanma örüntüsü etkisini en çok benlik algısı aracılığıyla ileri dönemlerdeki farklı bilişsel, duygusal ve davranışsal alanlara taşır (Bretherton, 1985; Cassidy, 1988; Pietromonaco ve Barrett, 2000).

Bağlanma ile farklı benlik alanlarındaki ilişkinin kapsamlı olarak incelemesi ilk olarak Cassidy’nin (1988) araştırmasıyla başlamıştır. Cassidy çalışmasında, güvenli bağlanmanın okul öncesi çocuklarda hem gözlemle hem de Harter’in (1982) farklı benlik alanlarındaki yetkinlik/başarı algısı ölçümü ile ölçülen benlik kavramı ve benlik saygısı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Erken çocukluk dönemindeki diğer çalışmalarda da Cassidy’nin bulguları tekrarlanmış ve güvenli bağlamanın olumlu benlik kavramı ile yüksek düzeyde ilişkili olduğu bulunmuştur (örn., Verschueren, Marcoen ve Schoefs, 1996).  (3)

Herhangi bir özre sahip olmanın, sosyo-ekonomik durumun, etnik bir grubun üyesi olmanın, baba mesleğinin, annenin çalışıp çalışmamasını, çocuğun fiziksel özelliklerinin, cinsiyetin, doğum sırasının, anne babanın boşanmış ya da ölmüş olmasının, babanın işsiz olmasının, anne baba tutumlarının ( Rosenberg 1965; Coopersmith 1967, Onur 1981) özsaygı üzerindeki etkileri incelenmiştir. (2)

Araştırma bulguları, özsaygı gelişiminde aile ortamının ve anne baba tutumlarının diğer faktörlerden çok daha etkili olduğunu ortaya koymuştur. Anne baba sevgisi ve benimsemesi ile çocukta özsaygıya yönelik gelişim açısından yakın bir ilişkinin varlığı söz konusudur.(2)

Çocuklarımızın bazı şeylerin üstesinden kendi başlarına gelmesini sağlayacak fırsatlar yaratabiliriz. Çocuğun zorlandığı her durumda ebeveynin devreye girmesi ve sorunu onun adına halletmesi özsaygısının gelişimini sekteye uğratacaktır. Çocuğun herhangi bir sorununa dair bizden yardım istediğinde de sorunu çözmek yerine çözüm üretmesine destek olmak daha yararlı olacaktır.

Çocuklarımıza olmasını istediğimiz kadar değil, olabileceği kadar yük verelim, her birimizin kapasitesi çok farklıdır. Ayrıca onların o kadar çeşitli yetenekleri var ki, bizim istediğimiz yetenekleri sergilemiyorlar diye onlardaki potansiyelleri köreltmeyelim. Çocuğumuzdaki yetenekler yerine ondaki eksiklere odaklanmak, olmayanın yasını tutmak ne kadar da delice geliyor düşününce. Çocuklarımız kendi isteklerimizi gerçekleştirebileceğimiz projeler değil, kendi eksikliklerimizi yansıtabileceğimiz bir ayna hiç değil.  Hayattaki tek başarı akademik başarı değildir yalnız başına. Buna sosyal, iletişimsel ve sanatsal beceriler de eşlik eder.

Kaliteli bir yaşamın en önemli belirleyicilerindendir özsaygı, yaşadığımız tüm anları kaliteli yaşamak da ‘gerçekten yaşamak’ değil midir aslında?

 

Psikolog Gaye Özmen                                                     

 

 

KAYNAKÇA

  1. 1.      Fevzi CEBE, 2005,  Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Yetiştirme Yurtlarında Barınan Çocukların “Benlik Saygısı”, “Depresyon”, “Kaygı” Skorlarının Ailesi Yanında Kalan Çocuklarla Karşılaştırılması , Yüksek Lisans Tezi , İstanbul Üniversitesi, Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul.
  2. 2.      S. Sonay GÜRÇAY 1989, Çocuk Yuvasında ve Aile Yanında Kalan 9-10-11 Yaş Çocuklarının Özsaygı Gelişimini Etkileyen Bazı Faktörler,Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara .
  3. 3.      3.      Nebi SÜMER, 2009, Orta Çocukluk Döneminde Ebeveynlere Bağlanma, Benlik Algısı, Kaygı, Türk Psikoloji Dergisi, Haziran 2009, 24 (63), 86-101.

 

Başka Pencereden Depresyon ve Hiperaktivite

Bana aldanmayın!

Yüzüm bir maskedir,

Sizi aldatmasın.

Binlerce maskem var.

Çıkarmaya korktuğum.

Ve, hiç biri ben değilim…

Olmadığımı göstermek

İkinci doğam oldu.

Herşey dışta düzgün ve cilalı,

Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan

O maske!..

Altta ne güven, ne de rahatlık…

Altta,

Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan

Gerçek ben!..

Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla

Kimsenin bilmesini istemem

Zayıf taraflarımı düşündükçe,

Titrer ve sararırım…

Ve başkaları görürse iç dünyamı…

Gerçek beni ve yalnızlığımı!

İşte, maskelerimi onun için takarım…

Onun için, arkalarına saklanacak maskelerim var.

Onlar, gösterişle kullanabileceğim

Parlatılmış yüzlerim.

Bana,

‘sen değerlisin’ diyecek,

‘maskesizken daha bir insansın’

‘daha bir bendensin’

‘daha yakın, daha bir dostsun’

diyecek bir bakışa

muhtacım…

Charles C. Finn

 

BAŞKA PENCEREDEN DEPRESYON ve HİPERAKTİVİTE

Depresyon denince akla ilk gelen renk siyahtır, cansızdır çünkü depresyon, silik ve tatsızdır. Pencere camlarındaki yağmur damlaları, ağlayan bir kadın, elleri arasında kafasını tutan bir erkek, cenin pozisyonunda bir çocuk…

Peki gerçekten sadece tüm bunlar ve benzerleri ile mi karakterizedir depresyon?

Söz konusu çocuk olduğunda depresyon tam tersi bir tabloyla karşımıza çıkabiliyor ne yazık ki. Ne yazık ki dememizin nedeni de çocuklar DSM IV’de (1) tanımlanan ölçütleri göstermedikleri için, depresyonları göz ardı ediliyor, semptomları başka sendromlarla karıştırılabiliyor.

Çocuklar depresyondayken üzgün ve içedönük görünebilirler, kimileriyse farklı tepkiler ve yanıtlarla duygularını gizler. Tipik olarak depresyon, umutsuzluk ve değersizlik hislerinde, enerji azlığında, aşırı suçluluk duygusunda ya da denetlenemez ağlamada açıkça görülür. Ancak özellikle küçük çocuklar bu tavırlardan hiç birini göstermeyebilir, hatta hiç üzgün görünmezler ve depresyon akla gelmez. Diğer çocuklar depresyonu öfke, aşırı huzursuzluk veya saldırgan tavırlarla ifade edebilirler. Bazı çocuklar depresyondayken hayal kırıklıklarını, hayvanların canını yakarak, ateşle oynayarak (pyromania), kakalarını yaparak (enkoprezis) ve gece işemeleri (enürezis) ile ortaya koyarlar. Resim yapmak depresyon yaşayan çocuklarda önemli bir amaca hizmet eder, zira onlara hissettikleri üzüntü kadar yaşadıkları öfke, endişe ve hayal kırıklığını da ifade etmelerine olanak sağlar. Resimler karmaşık duyguların ifade edilmesine ve çocukların kendilerine yardım eden yetişkine kişisel öykülerini iletmesine fırsat verir (2).

Projektif yöntemle çizdirilen resimler, çocuğun sözlü anlatımın yetersiz kaldığı durumlarda çocukların kendilerini ifade etmesine yardımcı olabilir. Çocuk resimleri ile yapılan çalışmalar, psikiyatri, psikoloji, resimle terapi ve eğitim alanlarında oldukça uzun bir geçmişe sahiptir. Çocuk resimlerine eskiden beri olan bu ilgi, kendilerini ifade etmek için çocukların resimleri nasıl kullandıkları üzerine, çocuklara resim yaptırarak çalışan klinisyenlere, danışmanlara ve öğretmenlere gerekli bilgilerin toplanmasına da yardımcı olmuştur (3).

Çocuk ruhsal durumunu değerlendirmede pek çok yöntemden biri olan çizim testleri, görüşmenin ilerleyemediği durumlarda iletişimi kolaylaştıran yöntemlerden biridir. Çocuk, çizdiği resimler aracılığıyla iç dünyasını, bilinç dışı isteklerini, duygularını aktarır. Resim, çocuğun kendi duygu ve düşüncelerinin bir ürünü olduğu için okul öncesi dönemde çok önemlidir. Çocuk resmi, çocuğun zihinsel duyumsal devimsel gelişim evrelerine bağlı olarak onun iç dünyasındaki gizli duygularını yansıtır, yaşanmış bir deneyimini anlatır. Başka bir deyişle resim yapma çocuğa kendisini ifade etme olanağı sağlar. Bu yüzden de çocuk psikolojisinin vazgeçilmez aracıdır (4).

Depresyon, çocukta söz konusu olduğunda kimi zaman ‘’maskelenmiş’’ görüntüsü ile hepimizin gözünden kaçabilmektedir. Depresyon çocuklarda yetişkinlerde farklı olarak irritabilite yani huzursuzluk şeklinde kendisini gösterir (APA, 2001). Depresif duygulanıma karşı manik savunmaların ve bedensel dışavurumun (hareketlilik) kullanımı sıktır. Günümüzün popüler rahatsızlığı olarak bilinen hiperaktivite depresyonla taban tabana zıt bir tablo sergiler gibi görünse de aslında depresyonla iç içe olabilir. Yani depresyona karşı geliştirilen bir savunma düzeneği olarak nitelendirilmesi mümkündür. İçerideki boşluk bir nevi hareketlerle, bedenin kullanımıyla yok sayılmak istenir. İşte tam da bu noktada projektif çizim testleri bize yardımcı olabilecek güçlü araçlar olarak karşımıza çıkmaktadır(5).

Psikolog Gaye Özmen

Kaynakça:

1. DSM-IV TANI ÖLÇÜTLERİ BAŞVURU EL KİTABI, Amerikan Psikiyatri Birliği, Çev: Prof. Dr. Ertuğrul Köroğlu, Hekimler Yayın Birliği, Ankara 2001.

2. Cathy A. Malchiodi, Understanding Children’s Drawings, s:168,169).

3.Gülçin Güven, Okul Öncesi Çocukların İnsan ve Aile Çizimlerinin Değerlendirilmesi, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü İlköğretim Anabilim Dalı Okul Öncesi Öğretmenliği Bilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul 2009.

 

4. Samurçay, N. (2006) Çocuk ve Resim, Artist, 6: 22-27.

 

5. Burak Doğangün, Nazlı Prinçci, Hiperaktif Çocuk Depresyonda, Yansıtma Dergisi, Sayı 16, Aralık 2011.

Farklı Gelişenlerde Dil Gelişimi

FARKLI GELİŞENLERDE DİL GELİŞİMİ

KONUŞMA NEDİR ?
Konuşma beyinden başlayan ve ses aracılığıyla ifade edilen karmaşık motor bir işlevdir.Dil insanlar arasındaki haberleşmeyi sağlayan ve anlatıma yarayan bir işaretler sistemidir. Ancak bunların ses yada jestlere yani diğerleri tarafından algılanabilir biçimlere dönüştürülmesi gerekir. Konuşma seslerinin oluşturulması bunların heceler ve sözcükler, nihayet cümleler halinde ifade edilmesi birçok organın katılımın içerir.
Konuşarak iletişim kurmak toplumsal yaşamda bireylerin kendini ifade etmesinde ve karşısındakini anlamasında son derece önemlidir.
Bebeklik döneminde,ağlayarak kendisini anlatma gereksinimi gelişim süreci içinde yerini önce farklılaşmış ağlama seslerine,daha sonra anlamsız ve anlamlı ses çıkarmalara,ilk hecelere,ilk sözcüklere ve cümlelere bırakır.Böylece çocuk konuşarak iletişim kurma yolunda ilerlemeye başlar.
Konuşma seslerinin üretilmesi için insan vücudundaki değişik kas yapılarının birbiriyle koordineli bir şekilde çalışması gerekmektedir.Bu yapılar solunum,larinks,farinks,yumuşak damak,dil,çene ve dudaklardır.Bu bölgelerde yer alan yapıların birbirleriyle koordineli olarak hareket etmeleri sonucunda konuşma sesleri oluşturulmaktadır.Bu hareketlerin birbirlerini tamamlaması gereklidir.
DİL VE KONUŞMA YETERSİZLİĞİ
Sözel iletişimde farklı seviye ve biçimlerde ortaya çıkan aksaklıklar ve düzensizlikler nedeniyle dili kullanma, konuşmayı edinme ve iletişimdeki güçlüklerin, bireyin eğitim performansı ve sosyal uyumunu olumsuz yönde etkilemesi durumudur.
DİL GELİŞİMİ VE ZEKA İLİŞKİSİ
Bugün için araştırmacılar zeka ile dil işlevlerini birbirinden kısmen ayırmaktadırlar. Bunun nedenlerinden biri oldukça zeki çocuklarda bile dil sorunlarının olması ya da tersine zihinsel engelli çocuklarda zekalarına oranla oldukça gelişmiş dil yetilerinin görülmesidir.
KONUŞMA ENGELİNİN TÜRLERİ
1-Gecikmiş Konuşma
2-Ses Bozukluğu
3-Artikülâsyon Bozukluğu
4-Kekemelik
5-İşitme Engeline Bağlı Konuşma Bozuklukları
6-Yarık Damak ve Beyin Engeline Bağlı Konuşma Bozuklukları
7-Yabancı Dil ve Bölgesel Konuşma Ayrılıklarına Bağlı Konuşma Bozuklukları
KONUŞMA ENGELİNİN NEDENLERİ
Çocukla ilgili olan nedenler:

  1. Zeka
  2. Sağlık
  3. İşitme
  4. Sinir-kas sağlığı ve aralarındaki eşgüdüm
  5. Konuşma organları
  6. Olgunlaşma
  7. Cinsiyet
  8. Duygusal durum

KONUŞMA ENGELİNİN NEDENLERİ
Çevresel nedenler :

  1. Güdüleme, uyarım, teşvik
  2. Konuşmayı öğretmek için kullanılan metot

Diğer çevresel nedenler
KONUŞMA ÖNCESİ KAZANILMASI GEREKEN BECERİLER

  1. Göz kontağı
  2. Obje sürekliliği
  3. Dikkat
  4. Nefes kontrolü ve ağız hareketleri
  5. Taklit etme
  6. Sıra bekleme
  7. Dinleme egzersizleri
  8. Oyun

Anlama becerileri
GECİKMİŞ KONUŞMA

Çocuğun konuşması kendi yaşından beklenenden çok geri veya konuşma gelişimi yaşıtlarından çok daha yavaş ise o çocuğun konuşması “gecikmiş konuşma” olarak adlandırılır.

Çoğunlukla 2-3 yaşlarında konuşamayan çocukların anne babaları konuşmanın geciktiğinin farkına varırlar.
GECİKMİŞ KONUŞMANIN BELİRTİLERİ

  1. Hiç konuşmamaktan, çok zor anlaşılır birkaç kelime söyleme
  2. Kelime dağarcıklarında eksiklik
  3. “Ben”,”benim” gibi zamirleri kullanmayı 3 yaş civarında bile tam olarak öğrenememe
  4. Cümle kuramama
  5.  Jest, mimik ve diğer işaretli hareketleri daha çok kullanma
  6. İsteklerini ifade edememe
  7. Başkalarının konuşmalarına ilgi göstermeme
  8. Durmadan ses çıkarma
  9. Uyum problemleri gösterme
  10. Kendi başına oyun oynamak veya bir şeyle meşgul olmak isteme
  11. Normal konuşmaya sahip çocuklara kıyasla daha çabuk ağlama, bağırma, oyuncakları kırma, dağıtma ve hırçınlık gibi kökü duygusal olan hareketler görülebilir.

EĞER DİL VE KONUŞMA BECERİLERİNDE GECİKMESİ OLAN BİR ÇOCUĞUNUZ VARSA :

  1. Dil çıktısı olmasa da iletişimi kesmeyin,
  2. Her gün düzenli olarak iletişim ağırlıklı faaliyetler yapın,
  3. İletişimde bazı sözel ya da sözsüz iletişim becerilerini kullanın,
  4. Paralel konuma, genişletme vb. sözel tepkileri sık sık kullanın,
  5. Çocuğu iletişime yönelik çaba göstermeye özendirin,
  6. Ev içerisinde basit bir dil kullanın,
  7. Çocuğun sadece sözcük değil jest ve mimik kullanımını da önemseyin,
  8. Çocuğun zorunlu olarak iletişim kurması için fırsatlar yaratın.

GECİKMİŞ KONUŞMANIN NEDENLERİ

  1. Sağlık durumu
  2. İşitme kaybı
  3. Motor-koordinasyon güçlüğü
  4. Aile ve Çevre Koşulları
  5. Duygusal Çatışma

algi-ozel-egitim2

algi-ozel-egitim3
ARTİKÜLASYON BOZUKLUĞU
Artikülasyon bozukluğu ise,herhangi bir fonemin söylenmesi sırasında  meydana gelen hatadır.Artikülasyon bozukluğu ise,herhangi bir fonemin söylenmesi sırasında meydana gelen hatadır.Artikülasyonun doğru bir şekilde gerçekleşbilmesi için değişik bölgelerde yer alan yapıların koordineli çalışması gerekmektedir.
Dil,dudak,damak v.b.tıpkı bir asker beyin,beyinsapı verilen komutları yerine getirerek bireylerin kendilerini konuşarak ifade etmelerini sağlarlar.Bu yapıların herhangi birindeki problem değişik derecelerde ve değişik şekillerde konuşma bozukluğuna neden olur.
Artikülatör performans yaklaşık olarak sekiz-dokuz yaş civarında tamamlanmaktadır.Bu yaşa ulaşan çocuk artikülasyon becerisini engelleyecek herhangi bir hastalığa sahip değilse artikülasyon gelişimi tamamlanmıştır.
Genel olarak artikülasyon bozukluklarının nedenleri organik ve işlevsel olmak üzere iki grup altında incelenir.Organik nedenler;işitme kaybı, yarık damak ya da nörolojik patolojiler gibi hastalıkların olduğu durumları kapsar. İşlvel nedenler ise;hatalı konuşmaya neden olan herhangi bir hastalığın olmadığı durumları işaret eder.Burada daha çok aile ve yakın çevrenin olumsuz tutumları rol oynamaktadır.
Okulöncesi dönemde artikülasyon bozukluğu olan çocuğun çevresindeki bireylerin yapmaları gerekenleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
.Konuşma bozukluğu hakkında onunla konuşmamak.
.Çocuğun duyabileceği ortamlarda konuşma bozukluğu hakkında bir başkası ile konuşmamak.
.Konuşması ile ilgili olarak çocuğu eleştirmemek.
.Hatalı konuştuğu zaman düzeltmesini istememek.
.Çocuktan  her  konuda  mükemmeli  beklememek.
.Bebeksi konuşmasını pekiştirmemek.
.Konuşurken onun yerine cümleyi tamamlamak ya da konuşmasını kesmemek.
.Konuşmasına ilişkin yaşanılan kaygıyı ona yansıtmamak.
KEKEMELİK
Kekemelik, seslerin, hecelerin, sözcüklerin söylenmesinde işitilebilir veya sessiz tekrar ve uzatmalar biçiminde sözlü anlatım akıcılığındaki bozukluk olarak tanımlanabilir.
Sıklıkla heyecan veya gerilim durumlarının ve korkuların, utanma, rahatsızlık gibi özel duyguların belirtisidir.
Kekemelik kız çocuklara oranla erkek çocuklar arasında daha sık görülmektedir.
Kekemelik, konuşmada tutukluk, bocalama ve tekrar normal konuşmaya dönüş gibi belirtilerle 3-4 yaşındaki çocuklarda başlayabilir. Asıl kekemelik tablosunun gerçek yerleşimi daha çok 5-6 yaşlarında olur.
Sözcük dağarcığı kısıtlı olmasına karşın çok şey söylemek isteyen çocuk, konuşmada zorluk çeker ve sonuç olarak kekeler.
ÇOCUĞUMUN KEKELEDİĞİNİ DUYDUĞUMDA NE YAPMALIYIM?
Çocuklar genellikle kekelediğini farkında değildir. Dikkatlerini kekelemelerine çekmemek gerekir. Uyarılarda bulunmamak, söylemek istediğini ondan önce söylememek, düzeltmemek gerekir. Çocuğun söylediğini dikkatle ve sabırla kekelemesine, nasıl söylediğine odaklanmadan dinlemek gerekir.

OTİSTİK ÇOCUKLARDA DİL GELİŞİM ÖZELLİKLERİ
Bir iletişim problemi olarak da tanımlanan otizmin en belirleyici özelliği iletişimin temel öğesi olan “ilişki kurmada” yaşanan güçlüktür. Otistiklerin çevreyle iletişimi kendi istekleri doğrultusundadır.
Çevredeki insanlarla iletişim kurmada yetersizlik, otizmin en belirgin özelliği olarak belirtilmektedir. Normal gelişim gösteren çocukların büyük çoğunluğu herhangi bir güçlük yaşamadan konuşma dilini öğrenebilmekte, faal bir biçimde konuşmaya başlayabilmekte ve çevresindeki bireylerle iletişim kurabilmektedir. Otistik çocukların iletişim kurma becerilerindeki yetersizlik ve sınırlılık ise, bu çocukların konuşma ve dil becerisini kazanmadaki güçlüklerine bağlanarak açıklanmaktadır.
Dil öğreniminde çocukların geçtiği değişik aşamalar vardır. Bebekler doğdukları andan itibaren gülümser görünürler. Ancak, bunlar sosyal gülümseme değildir. İkinci ve üçüncü ayda ise, artık bebekler tanıdıkları kişilere gülümsemeyi öğrenirler. Doğumdan sonraki ilk üç-dört ay içinde bebekler ağlama, agu-agu sesi çıkarma ve esneme gibi sözlü faaliyetlerde bulunurlar. İlk yıllarda görülen agulama dünyanın her yerinde aynıdır ve agulama yeteneği bebeklerin doğuştan getirdiği bir özelliktir. Hatta işitme engelli bebekler bile agulayabilirler.
Yaşamın ilk yılında görülen bu gülümseme, el sallama, kucağa alınmak istediğinde kolunu kaldırma gibi temel bazı hareket ve jestlerin kullanılması konuşmanın başlangıcı olarak kabul edilmektedir.
Hatta işitme engelli bebekler bile agulayabilirler. Altı ay civarında bu durum değişir. Bu evrede çocuk, kendiliğinden cıvıldama davranışı göstermeye başlar. Seslerin herhangi bir yapısı ya da anlamı yoktur. Tekrar tekrar bu sesleri çıkarmaya devam ederler. Normal bebeklerde görülen babıldamaların otizmli bebeklerde görülmediği belirtilmiştir. Ayrıca, diğer kişilerin kendileriyle konuşmasına ya da seslenmesine karşı tepkisiz kaldıkları gözlenmiştir. Bazı otizmli çocuklar, sıfır-iki yaş döneminde tamamen sessiz kalır. Bazıları ise yaşıtları gibi birkaç sözcük öğrenebilirler.
Otistik çocukların bazılarının, konuşmayı normal zamanda kazandıkları halde, daha sonra gelişimsel gerilemenin bir parçası olarak bu konuşmalarını kaybettikleri de gözlenmektedir. Buna bağlı olarak; otistik çocukların yarısının, dili amacına uygun kullanmayı öğrenemedikleri de yapılan araştırmalarda vurgulanmaktadır. Otistik çocukların ilk sözcüklerini herhangi bir yaşta söyledikleri, genellikle de ilk sözcüklerin 5 yaş civarında çıktığı belirtilmektedir.
Normal çocuklarla kıyaslandığında, otistik çocukların özellikle 5–6 yaşlarında dil gelişimlerinin birkaç sözcük ile sınırlı olması, konuşma ve dile bağlı becerilerde belirli güçlüklerin olduğunu göstermektedir.
Dil gelişimi aslında zihinsel gelişimin bir parçasıdır. Çevresine dikkatini yoğunlaştıramayan otizmli bireylere ebeveynlerin ve yetişkinlerin duyarsız kalması onların hemen hemen her yönden geri kalmasına nede olacaktır.
Uzun ve kurallı cümle kuramama dili paylaşım amaçlı kullanamama, belli bir konu üzerinde fazla duramama, sohbet amaçlı konuşmayı başlatamama ve sürdürememe, konuşmada tonlama ve duygunun olmayışı otizmli çocukların konuşmalarının belirgin özellikleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Otizmli çocukların eğitiminde dil gelişiminin önemi büyüktür.
Otizmli çocukların en çok kendilerine yöneltilen soru ve direktifleri anlamadıkları ya da verecek cevapları olmadığında hemen ekolaliye (tekrar) başvurdukları görülmüştür.
Konuşmalarında bazen geçici bazen kalıcı gerilemeler de olabilmektedir.
DOWN SENDROMLU BİREYLERİN DİL GELİŞİMİ
Down sendromlu bireylerin dil gelişiminde yaşam boyu devam eden ciddi güçlükler olmaktadır. Down sendromlu çocukların dil ediniminde güçlüklerinin yanı sıra kuvvetli oldukları alanlar da olduğunu görülmektedir.Dili anlama becerileri ile sözel olmayan bilişsel beceriler karşılaştırıldığında, ifade edici dildeki gecikmenin çocukluk döneminde devam ettiği görülmektedir.
Down Sendromlu Çocuklarda Konuşma Gecikmeleri Yaşanabilir
Down Sendromlu çocuklarda başlıca problem konuşmanın gecikmesi ve tekrarlamalı konuşma . Hemen hemen 2-2,5 bazen 1,5 yaşlarda konuşma başlayabilir. Kimi çocuk daha çabuk kavrıyor, algılaması daha iyi, kimi ise yalnız anlıyor ama kendini güzel ifade edemiyor.
Down Sendromlu çocuklar birbirlerine ne kadar benzeseler de onların da algılaması, ince motor becerileri, dil dudak hareketleri birbirinden farklıdır. Bu nedenle bazılarında gecikme daha uzun bazılarında daha kısa sürebilir.
Çocuklarımızda bazı organik nedenlerden kaynaklanan konuşma yetersizliği de olabilir. Organik neden dediğimiz yapısal nedenlerdir. Bu durumda zihinsel açıdan biraz daha geç kavramalarla birlikte algılama da daha yavaş oluyor. Biz konuşmalarımızda uzun cümleler kurduğumuzda, çocuk sadece bir veya iki sözcüğü anlıyor. Bu nedenle başlangıçta tek sözcükle bir şey ifade edebiliriz. Örneğin” Sen masada oturup yemeğini yedin mi?” yerine “yedin mi?” demeliyiz.
Kısa, küçük dil veya üst damaktaki büyük bir boşluk, kubbe damak …vb. organik nedenler de bazı seslerin çıkartılmasına engel olabiliyor. Bununla birlikte çocuğun diş yapısı da önemlidir. Eğer dişleri yoksa S, Ş, V, sesleri çıkartılamıyor. Dişlerde bir çaprazlılık varsa bu durum aparatlarla düzeltilebilir. Ayrıca geniz etleri de konuşmayı etkileyebilmektedir. Eğer genizde et fazla ise ve büyükse M, N, sesleri doğru çıkamıyor.
Bir diğer organik neden de Down Sendromlu olmalarına rağmen kulaklarda işitme kaybının olmasıdır. Anne babalar bunu çok geç fark edebilir. Eğer bu kayıp zamanında fark edilirse çocuğun durumuna göre müdahale edilebilir.
DOWN SENDROMLU BİREYLERİN DİL GELİŞİMİ PROFİLİ
BEBEKLİK VE ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ (0–4 Yaş)
YETERSİZLİKLER

Tuvalet Eğitimi

TUVALET EĞİTİMİNİN KAZANILMASINDA
GÜÇLÜK YARATAN FAKTÖRLER

  • Büyüme arzusu ve etrafındakileri memnun etme isteği duymama,
  • Kendisinden bekleneni anlama ve taklit etme becerisinde zayıflık
  • Plan yapma becerisinde zayıflık
  • Değişikliği ve rutinin bozulmasını istememe
  • Duyusal uyaranlara gösterilen tepkiler, korkular

TUVALET EĞİTİMİNE BAŞLAMADAN ÖNCE :

  • Belli bir süre zaman harcamanız ve sabır göstermeniz gerektiğini kabul etmek
  • 3 yaşından önce eğitime başlamak
  • Eğitime başlayınca asla bez bağlamamak
  • Kolay çıkarılabilecek giysiler tercih etmek
  • Bol miktarda sıvı tüketimi sağlamak
  •  Ödülleri unutmamak

TUVALET EĞİTİMİNE BAŞLAMAK İÇİN ÖNEMLİ HABERCİLER

 

  • Tuvaletinin geldiğini önceden fark edip belli ediyor mu ?
  • 1,5 yaşını geçti mi ?
  • Yürüyebiliyor ve oturabiliyor mu ?
  • Kendi başına pantalonunu indirip kaldırabiliyor mu ?
  • Sizi taklit edebiliyor mu ?
  • Söylenenleri anlayıp basit kelimeler kullanabiliyor mu ?
  • Çişini ve kakasını 2-3 saatlik periyotlar halinde yapmaya  başladı mı ?
  • Eğer çocuğunuzu tuvalete oturtmak için onu zorlamanız gerekiyorsa henüz hazır değil demektir.

Çocuğunuz neden tuvalete oturmayı istemiyor olabilir ?

  • Bezinden vazgeçmek istemiyor olabilir.
  • Tuvaletin içine düşme korkusuyla kendini güvende hissetmiyor olabilir.
  • Klozet kapağı soğuk geliyor olabilir.

Sizin olumlu, destekleyici, açıklayıcı, cesaretlendirici ve hoşgörülü yaklaşımınızla çocuğunuz hazır olduğu zaman tuvalet alışkanlığını kazanacaktır.

TUVALET EĞİTİMİNİN ADIMLARI

  1. Değerlendirme

2. Uygulama

Tabloyu göz önüne alarak en az iki saatte bir çocuğunuzu tuvalete oturtun.

Tuvalet olayı gerçekleşirse hem sevincinizi belirterek hem de ödüllendirerek çocuğunuzu  teşvik edin.

Ödülü kesinlikle çiş ve kaka yapma işlemi tamamlandığı zaman verin onun dışında vermeyin.

 

3. Otizmli Çocuklar için Fiziksel İpucu Kullanma

Tuvalet eğitimini bir kalıba ve rutine oturtmak alışkanlığın kazanılması sürecini kolaylaştıracaktır.

Tuvalet ile ilgili tüm işlemlerin tuvalette gerçekleşmesini sağlayarak sınırlamak.

Aşırı uyarıcı olmayan, çocuğun kendini güvende hissedeceği bir ortam yaratmak.

Tuvalet olayını aşamalandıran yapışkanlı sembol kartları kullanabilirsiniz. Pantalon, külot, klozet, tuvalet kağıdı, sabun ve ödül.

4. Otizmli Çocuklar için Etkinlik Çizelgesi Kullanma

Tuvalet olayını aşamalandıran yapışkanlı sembol kartları kullanabilirsiniz.

Pantolon, külot, klozet, tuvalet kağıdı, sabun ve ödül.

TUVALET EĞİTİMİNİN DOĞRULARI

  • Doğru zamanı beklemek
  • Acele etmemek
  • Planlı hareket etmek
  • Olumlu geribildirim vermek
  • Kazaları hoş görmek

 

KAZALAR

  • Sabırlı olmak ve cezalandırıcı tutumlardan kaçınmak gereklidir.
  • Aksi takdirde hem çocuğunuz tuvalet alışkanlığını kazanmada gecikebilir, hem de duygusal olarak zarar görebilir.
  • Ortalığın kirlenmesine katlanamıyorsanız alıştırma külotlarını deneyebilirsiniz.

 

TUVALET EĞİTİMİNİN YANLIŞLARI

  • Zamanından önce başlamak
  • Uygun olmayan zamanda başlamak
  • Cezalar vermek
  • Korkutmak

GECE TUVALET EĞİTİMİ

  • Gece yatmadan önce tuvaletini yapmasını sağlayın.
  • Yatmadan önce çok miktarda sıvı almamasına dikkat edin.
  • Çocuğun kendi başına tuvalete gitmesini kolaylaştıracak önlemler alın.
  • Bez, alıştırma külotu ve çarşafın altına koruyucu sırasını izleyerek önlem alın.
  • Uyuduktan 1 saat sonra onu tuvalete kaldırın.
  • Çocuğunuzu motive edin, ödüllendirin.

 

KAYNAKÇA

“Otizmde Görsel İletişim Tekniklerinin Kullanılması”  Dr. Yeşim Fazlıoğlu-Uzm. Meral Eşme Yurdakul, Morpa Yayınları

“SOS Otizm” İnci Vural, Evrim Yayınları

“Tuvalet Eğitimi Nedir ?”  Miryam Anjel- Berkay Dinç Deligöz, Ya-Pa Yayınları

“Gelişimde 0-3 Yaş”  Yard. Doç. Dr. Neslihan Avcı, Morpa Yayınları

Derleyen:

Ezgi ORAL

 

Angelman Sendromu (AS)

angelman-sendromuNörogenetik bir bozukluk olan angelman sendromu İlk kez 1965 yılında Dr. Harry Angelman tarafından tarif edilmiştir. Nadir görülen angelman sendromu zihinsel ve motor gerilik, epilepsi nöbetleri, el çırpma gibi düzensiz motor hareketler, kahkahalar veya mutlu gülümseyen bir yüz ifadesiyle karakterizedir.

AS genetik damgalamanın tipik bir örneğidir. Ebeveynden aktarılan 15. Kromozomdaki anomalilerin AS ye neden olduğu düşünülmektedir.

Angelman Sendromunun yaklaşık 25.000 doğumda bir ortaya çıktığı tahmin edilmektedir.

         Angelman Sendromu’nun belirtileri

Bu sendromun görüldüğü çocukların yaklaşık  % 100 ‘ünde ;

  • Zihinsel ve motor becerilerde gelişimsel gecikme örn. oturma ve yürümede gecikmeler, ince motor becerileri geliştirme ve tuvalet eğitimindegecikme;
  • Konuşma bozukluğu: Konuşmama ya da çok az kelime kullanımı; sözel olanlardan daha çok sözel olmayan iletişim becerileri;
  • Denge bozukluğu (bacaklarda, sertlik ve sarsıntı ve titrek hareketler ) ve yürüme ataksisi (yürürken kaslarda koordinasyon problemi) ;
  • Davranışsal belirtiler: sık kahkaha / gülümseme; mutlu ifade;   sık el çırpma hareketleri, kısa dikkat süresi ve hiperaktivite.
  • Yaklaşık yüzde 90’ında genellikle üç yaşından önce başlayan nöbetler görülür; Anormal EEG (beyin dalgalarında düzensizlik).

 

Yaklaşık %20-80 inde;

  • Şaşılık
  • Cilt ve gözlerde hipopigment
  • Emme  / yutma bozuklukları
  • Hiperaktif tendon refleksleri
  • Bebeklik döneminde beslenme sorunları
  • Isıya karşı hassasiyet
  • Geniş ağız, geniş aralıklı dişler
  • Uyku düzensizlikleri
  • Salya akıntısı, çıkıntılı dil
  • Başın arkasının düz olması
  • Pürüzsüz avuç

 

Angelman Sendromunun tedavisi

Henüz herhangi bir mevcut tıbbi tedavi yoktur. Epilepsi antikonvülsan ilacın bir ya da daha çok tipinin kullanılması ile kontrol edilebilir.  Birçok angelman sendromlu çocuk en fazla 5 saat uyku uyumaktadır. Uyku problemleri için de ilaç tedavisi uygulanır. Tabii var olan fiziksel problemler için de fizyoterapi tedavisi kullanılır.

Sendromu olanlar genellikle insan teması ve oyundan mutlu ve memnun olurlar. AS olan kişiler ile kişisel etkileşim için derin bir arzu sergilerler.

Öğrenme güçlükleri, iletişim ve dil gelişimi, toplumsallaşma, kendi kendine yardım becerileri ve motor becerileri gibi belirli sorunlar için özelleştirilmiş destek çok önemlidir.

 

DERLEYEN:

Psikolog Dilek Erzenli

KAYNAK

http://en.wikipedia.org