Çocuk ve Televizyon
Televizyon, hiç şüphesiz, 20 yüzyıldan itibaren toplumun en büyük buluşlarından kabul edilen, iletişim, eğitim ve eğlence alanlarında ortaya çıkan en büyük devrimlerden biridir. Halk yığınlarını eğitmek için de, eğlendirmek için de sınırsız sayıda uyaran ortaya konmuştur. Sesle görüntüyü aynı anda aktarabilen bu büyülü kutunun, herkesi etki altına alabildiğiyse, tartışılmaz bir gerçeklik haline gelmiştir. Günümüzde neredeyse evinde televizyon olmayan aile kalmamıştır.Türkiye’de televizyon yayınları modernleşme sürecinin bir parçası olarak ele alınmıştır ve, gelişme ve kalkınmada önemli toplumsal sorumluluğu olan bir kurum olarak değerlendirilmiştir.
Günümüz post-modern dünyasında çocukların birçok elektronik iletişim teknolojileri tarafından kuşatıldığını görmek mümkün. Çocukların farklı teknolojiler karşısında geçirdikleri zamanı belirlemeye çalışan araştırmaların sonuçlarına bakıldığında bu araçların başında televizyon geldiği görülmektedir. Bir iletişim aracı olan televizyonun önde gelen işlevleri arasında eğlendirici ve öğretici nitelikleri olması sayılabilir. Bunun yanında televizyon, bireylerin kendilerini tanıyabilmelerine, kişiliklerini geliştirebilmelerine olanak sağlayan, zaman zaman onlara düşünme ve eleştirme fırsatı veren önemli bir aygıttır denilebilir. Televizyon, görsel ve işitsel uyaranlara yönelik etkili bir kitle iletişim aracı olduğundan, olumlu hizmetlerinin yanı sıra, iyi değerlendirilmediği takdirde olumsuz sonuçlara da neden olabilmektedir.Türkiye’de özel televizyon yayıncılığının, 1990’lı yıllardan itibaren sayısal olarak ve izleme süresi açısından yaygınlaşması, yayıncılık alanının çeşitli açılardan tartışılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu tartışmaların eksenlerinden birini, televizyon kanallarında yayınlanan programların toplum üzerinde yarattığı zararlı etkiler oluşturmaktadır.
Özel televizyon kanallarının kimi yayınları özellikle çocuk ve gençlerin yetişmelerinde olumlu psiko sosyal değerleri teşvik edici değil engelleyici kurumlar olarak gösterilmektedir. Aile, okul ve toplumsal kurumların geleneksel toplumsallaştırma işlevlerinin azalması, tüketim, şiddet ve cinselliğe dayalı bir kültürün oluşması, kültürel eğitimin kültürel tüketime dönüşmesi gibi pek çok eleştiri özel televizyon yayınlarını hedef almaktadır. Günümüzde, üzerinde en fazla tartışılan konulardan birisi ise, televizyon ve saldırganlık ilişkisidir. Bilinmektedir ki, ilk çocukluk dönemlerinden itibaren çocuklar, kendilerine model olarak seçtikleri dizi ve film kahramanlarını taklit etmeye başlamaktadırlar ve bunları günlük yaşantılarına ve oyunlarına yansıtmaya başlamaktadırlar Yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular doğrultusunda ise, televizyonda şiddet içerikli programların izlenmesi ile, şiddet davranışının ortaya çıkması arasında pozitif korelasyon bulunmuştur. Yapılan araştırmalarda, pek çok çocuğun televizyon başında geçirdikleri zamanın, sınıfta geçirdikleri süreyle yaklaşık olarak aynı olduğu sonucuna varılmıştır. Televizyon izlemenin en yoğun olduğu yaşlar ise, 11-14 yaşları arası olarak belirlenmiştir. Ortalama bir çocuğun 16 yaşına kadar, televizyondaki 13 bin şiddet eylemine tanık olduğu saptanmıştır. Şiddet eylemlerinin izlenmesi, çocuğun ruhsal gerginliğini arttırabilmekte; dengesi daha kolay değişebilen, duygusal ve dürtü kontrolü zayıflayabilmektedir. Çünkü çocuklar, gerçek ile gerçek olmayanı ayırt edemezler ve gerçek sanırlar. Hatta yaşı küçük çocuklar, ekrandaki insanları görüntü değil, kutunun içine giren gerçek insanlar olduğuna inanırlar.
Tüm bunların yanı sıra, televizyondaki şiddet eylemleri, elbette ki her çocuğu ve aynı düzeyde etkilememektedir. Şiddet eylemlerinin uygulanış biçimi, çocuğun içinde yaladığı ailenin özellikleri ve çocuğa olan tutumları ile de yakından ilişkilidir. Sürekli olarak dövülmüş, itilmiş, horlanmış çocuklar, içlerindeki öfkeyi boşaltmak amacı ile çocuklar şiddet eylemine başvurabilirler. Burada tek hatayı televizyona yüklemek hatalı bir yaklaşımdır. Hiç kuşkusuz, ailesinde şiddete maruz kalan ve/ya tanık olan bir çocuğun yaşadığı korku ve tedirginliği televizyonda izlenen hiçbir korku görüntüsü yaratamaz.
Televizyonun diğer sakıncalarına bakıldığında, çocuğun okuma başarısı başta olmak üzere akademik başarıyı da önemli ölçüde olumsuz etkilediği görülmektedir. Bunun nedeni televizyonun görsel algıya hitap etmesiyle, beynin sağ yarıküresindeki dil bölgesinin gelişimini engellemesidir. Aşırı uyarıcı öğelerle donatılmış olan çocuk programları, beynin dikkat bölgesini etkileyecek biçimde ayarlanmıştır. Çocuk uzun süre bu uyaran bombardımanına maruz kaldığında, kendisine verilen daha hafif uyaranları algılamakta güçlük çekmektedir. Bununla birlikte ön beyin korteksi, planlama, organizasyon, dikkat, özdenetim, yargı, içgörü, öngörü gibi daha pek çok yönetici işlevlerden sorumludur. Sürekli ve plansız televizyon izlemenin, bu bölgelerin tembelleşmesine neden olduğu araştırmalar bulunmaktadır.
Sonuç olarak, televizyonun zararlarından çocukları korumak için bilinçli bir özen gerekir ki, bu da anne babalara düşen bir görevdir. Anne babaya, televizyon programlarının incelenmesi ve böylece çocuğun izleyebileceği programların belirlenmesi görevleri düşmektedir. Çocuğun televizyonu dengeli izleyebilmesi için aile çocuğa farklı olanaklar sağlamalıdır. Örneğin anne babalar gerektiğinde televizyonu kapatıp müzik dinlemek ya da kitap okumak gibi farklı faaliyetlerde bulunarak, çocuklarına örnek olabilmelidirler.
Psikolog Burçak ENGİN – Algı Özel Eğitim Merkezi
Yararlanılan Kaynaklar
TİMİSİ, Nilüfer (1999), Kamu Hizmeti Yayıncılığı Ve Televizyon Çocuk Programları, Cumhuriyet Ve Çocuk, 2. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi Bildirileri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, s. 209-212.
YÖRÜKOĞLU, Atalay. (1989), Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, 3. Baskı, Özgür Yayın Dağıtım. İstanbul.
YAVUZER, Haluk (2007), Çocuğu Tanımak Ve Anlamak, Remzi Kitapevi, İstanbul.
ÖKTEM, Öget (2006), Davranışsal Nörofizyolojiye Giriş, Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul.